Bilinç Nedir?


Bireyin kendisi dışındaki nesnelerin ya da içindeki olguların farkında olma halidir.


Tartışmaları güncel felsefede çokça yapılmış önemli bir konu olsa da üzerinde anlaşılmış tek bir tanımı bulunmuyor. Tanımlamada karşılaşılan zorluklara rağmen, bilincin bireylerce paylaşılan temel bir sezgi olduğu kabul ediliyor.


Bu konuyu deneylerle irdelemek için çeşitli kurgular planlanmış. Örneğin derinlik algısının, izleyicinin gözetimi sırasında zamanla değiştiği Necker küpü gibi optik illüzyonlar bilinçli uyarılma ile ilgili kanıt olarak kabul ediliyor.






Bilinç günümüzde beyin aktivitesinin uyarılar altında izlenebildiği deney düzenekleri ile aktif olarak araştırılıyor. Hayvanlarda bilincin çalışılması kendini algılama düzeyini sorgulayan ve aynada kendini görme ile başka hayvanları ayrıştırma üzerine kurulu basit bir testle başlıyor. Büyük maymunların ya da yunusların bunu başardığını hepimiz tahmin edebiliriz; ama katil balinalar, güvercinler ve filler de bu testi geçiyor desek?

Bilim insanları uzun süredir filozofları uğraştıran bir gizemi açığa çıkarmaya başlıyor.

Bilinç, deneyimlediğiniz her şeydir. Kafanızdan atamadığınız o şarkıdır, çikolotalı musun tatlılığıdır, dişteki zonklayan ağrıdır, çocuğunuza duyduğunuz coşkun sevgidir ve tüm duyguların zaman içinde sona ereceğine dair o meşum bilgidir.

Bu deneyimlerin kökeni ve doğası bazen “kualia” olarak adlandırılır. (Ç.N. Kualia: Kişiye özel, bilinç içeren algı ve deneyimler..) Kualia, antik dönemlerin ilk günlerinden günümüze kadar bir gizem olagelmiştir. Başta Tufts Üniversitesinden Daniel Dennett olmak üzere zihin konusuyla ilgilenen birçok modern analitik filozof, bilincin varlığının, anlamsız bir maddde evreni olduğuna inandıkları şeye karşı kabul edilemez bir hakaret, bilincin yokluğunun ise bir illüzyon olduğunu düşünürler. Yani onlara göre ya kualia diye bir şey mevcut değildir, ya da mevcut olsa bile asla bilim tarafından anlamlı bir şekilde incelenemez.

Eğer bu iddia doğru olsaydı, bu makale de çok kısa olurdu. Açıklamam gereken tek şey nasıl oluyor da siz ve ben dahil tüm insanların duygu sahibi olduğumuza bu kadar inandığımız olurdu. Ancak dişim apse yapsa, hissettiğim ağrının sadece benim hayalimde olan, gerçek olmayan bir şey olduğuna beni ikna etmeniz, ızdırabımı zerre azaltmazdı. Zihin-beden problemine verilen bu nafile çözümü çok doğru bulmuyorum, yani bunu geçiyorum.

Bilim insanlarının çoğu bilinci pek de sorgulamadan kabul eder ve bilincin, bilim tarafından tanımlanan nesnel dünya ile olan ilişkisini anlamaya çalışır. Yaklaşık otuz yıl önce Francis Crick ve ben, bilinçle ilgili felsefe tartışmalarını bir kenara bırakıp (ki bu tartışmalar ta Aristo’dan beri bilimle uğraşanları meşgul etmiştir) bunun yerine fiziksel belirtilerini araştırmaya karar verdik. Bilincin ortaya çıkmasını sağlayan, uyarıcılara karşı yüksek derecede duyarlı bu beyin parçasında ne var da bunu yapabiliyor? Bu sorunun yanıtını anladığımız zaman, daha temel bir problemi çözmeye bir adım daha yaklaşacağımızı umuyoruz.

Bizim araştırdığımız şey tam olarak, bilincin nöronal bağlantıları (BNB). BNB, herhangi bir bilinçli deneyim için yeterli olabilecek minimum nöronal mekanizmaların tamamı olarak tanımlanır. Örneğin dişinizin ağrıdığını deneyimlemeniz için beyinde ne olmalıdır? Sinir hücreleri büyülü bir frekansta falan mı titreşmelidir? “Bilinç nöronları” gibi özel bir şeyler mi aktive olmalıdır? Bu hücreler hangi beyin bölgelerinde yer almaktadır?

Bilinç, yaşadığınız her şeydir. Kafanızdaki melodiler, çikolatanın tatlılığı, dişinizin ağrıdan zonklaması, çocuğunuza duyduğunuz şiddetli aşk ve sonunda bütün hislerin bir gün sona ereceği acı fakat gerçek olan ölüm hissi. Akademisyenlerin çoğu, bilinci kabul eder ve bilincin nesnel dünyayla olan ilişkisini anlamaya çalışır. Örneğin, dişiniz ağrıdığında beyninizde ne olur? Bazı sinir hücreleri bazı belli frekanslarda titreşir mi? Bazı özel “bilinç nöronları” aktif hale mi gelir? Bu hücreler hangi beyin bölgesindedir? Beyin bir bütün olarak düşünülebilir. Sonuçta, beyin tüm gün boyunca sayısız deneyim üretir. Ancak bilinç sandığımızdan daha karmaşık bir yapı olabilir.

Beyincik, beynin arkasında yer alan “küçük beyin” olarak düşünülebilir. Bu küçük yapı, motor kontrol, duruş ve yürüme gibi karmaşık motor hareket dizilerinin uygulanmasından sorumludur. Piyano çalmak, yazmak, buz dansı yapmak ya da bir dağa tırmanmak – tüm bu aktiviteler serebellum sayesinde gerçekleşir. Bu kısım, bir deniz mercanı gibi yayılan, karmaşık elektriksel dinamikleri barındıran sarmaşıkları olan ve Purkinje hücreleri olarak adlandırılan beynin en görkemli nöronlarına sahiptir. Bu nöronların sayısı yaklaşık 69 milyardır. Yani beynin geri kalan kısmından tam dört kat daha fazla.

Felç veya cerrahi bir müdahale sonrası beyinciğin bazı kısımları zarar görürse bilince ne olur? Pek bir değişiklik görülmez. Serebellar hastalar, piyano çalma ya da klavye yazma gibi akıcı motor hareketlerini kaybedebilirler fakat hiçbir zaman bilinçlerini kaybetmezler. Duyabilir, görebilir ve kendilerini her zamanki gibi iyi hissedebilirler. Benlik algılarını koruyabilirler, geçmiş olayları hatırlıyabilir ve kendilerini geleceğe yansıtmaya devam edebilirler. Bir beyinciği olmadan doğmak bile, bireyin bilinçli deneyimini önemli ölçüde etkilemez. Peki neden? Son derece homojen ve paralel olan devreler içinde önemli ipuçları bulunabilir. Serebellum neredeyse sadece bir iterek ilerleme devresidir: bir dizi nöron bir sonraki kümeyi besler ve bu da üçüncü bir seti etkiler. Geri ve ileriye giden elektriksel aktiviteyle yankılanan karmaşık geri bildirim döngüleri yoktur. Dahası, serebellum fonksiyonel olarak yüzlerce veya daha fazla bağımsız hesaplama modülüne ayrılmıştır. Her biri, farklı motor veya bilişsel sistemin hareketlerini kontrol eden, birbirinden bağımsız girişler ve çıkışlarla paralel olarak çalışır.

Bilinçli bir etkileşim – bilinç için vazgeçilmez olan bir başka özelliktir. Beyincikle alakalı bir diğer önemli nokta ise herhangi bir nöral dokunun uyarıldığı zaman bilinç geninin görünmemesidir. Bu ek faktör, beynin dış yüzeyi olan ünlü serebral korteksi oluşturan gri cevherde bulunur. Bu yapı, 35 cm’lik bir pizzanın boyutu ve genişliğinde olup, birbirine bağlı sinir dokularının katmanlı bir tabakasıdır. Bu tabakalardan ikisi, yüz milyonlarca incecik uzantılarla (beyaz madde) birlikte katlanarak kafatasına sıkıştırılmıştır. Mevcut tüm kanıtlar, duyguları üretmede neokortikal dokuyu etkilemektedir. Bilinç konusunu daha da daraltabiliriz. Örneğin, farklı uyaranların sağ ve sol gözlere sunulduğu deneyleri ele alalım. Donald Trump’un bir resminin sadece sol gözünüze, Hillary Clinton’ın da ve yalnızca sağ gözünüze gösterildiğini varsayalım. Trump ve Clinton’ın tuhaf bir karışımını göreceğinizi hayal edebiliriz. Gerçekte, birkaç saniye boyunca Trump’ı göreceksiniz, sonra ortadan kaybolacak ve Clinton görünecek, daha sonra Trump tekrar görünecektir. Nörobilimcilerin dürbün rekabeti dedikleri şey yüzünden, iki imge hiç bitmeyen bir dans şeklinde devamlı değişecek. Bunun nedeni ise beyninizin belirsiz bir girdi almasından dolayı, karar verememesi: Bu Trump mı, yoksa Clinton mu? Aynı zamanda, fMRI gibi beyin aktivitesini kaydeden manyetik bir tarayıcı içinde uzanıyorsanız, deneyin gözlemcileri, arka sıcak bölge olarak bilinen geniş bir dizi kortikal bölgenin aktif olduğunu göreceklerdir. Bunlar, gördüklerimizi izlemede en önemli rolü oynayan korteksin arka kısmında yer alan parietal, oksipital ve temporal bölgelerdir.

Gözlerden gelen bilgileri alan ve ileten birincil görsel korteks, hastanın gördüğü şeyi işaret etmez. Benzer bir iş hiyerarşisi, ses ve dokunuş için de geçerli gibi görünmektedir: birincil işitsel ve birincil somatosensör korteksler, işitsel veya somatosensör deneyimin içeriğine doğrudan katkıda bulunmaz. Bunun yerine, Trump veya Clinton imajı da dahil olmak üzere bilinçli algıya yol açan diğer uyaranlar, arka sıcak bölgede – işlenen bilginin sonraki aşamalarında yer alır.

Cerrahlar bazen tümörleri çıkarmak veya epileptik nöbetleri iyileştirmek için prefrontal korteksin büyük bir bölümünü almak zorunda kalırlar. Frontal lobun bir kısmının kaybı, bazı zararlı sonuçlara yol açar: hastalar uygunsuz duygu veya eylemler sergilerler; motor hareketlerde bozukluk ya da belirli eylem veya sözcüklerde kontrol kaybı görülür. Ancak operasyonun ardından, kişilik yapılarında ve IQ’larında düzelme olduğu, hatta bu hastaların çok daha uzun bir süre hayatta kaldıkları görülmüştür. Daha önceleri, frontal dokuların ciddi miktarda kaybedilmesinin bilinçli deneyimleri önemli ölçüde etkilediğine dair hiçbir kanıt yoktu. Tersine, sıcak bölgenin bulunduğu posterior korteksin küçük bölgelerinin bile çıkarılması, bilinçli içerik sınıflarının tamamının kaybına yol açtı: hastalar her gün gördükleri yüzleri tanıyamadılar veya hareket, renk ya da alan algılarını yitirdiler. Öyle görünüyor ki, deneyimlediğimiz yerler, sesler ve diğer yaşam hisleri, posterior korteks içindeki bölgeler tarafından üretiliyor. Şu ana kadar öğrenebildiğimiz kadarıyla, neredeyse tüm bilinçli deneyimlerin kökeni bu bölgede.

Kazalar, enfeksiyonlar veya aşırı zehirlenme nedeniyle ağır beyin hasarı olan bir başka hasta kategorisinde ise, bireyler sözlü olarak kendini ifade edemeden veya cevap vermeden yıllarca yaşayabilir. Hayatta olduklarına inanmak çok zordur. Mezara girmemiş bir ölü gibi hareketsiz ve yıllarca yatağa bağlı kalırlar.

Nihayetinde ihtiyacımız olan tek şey, belirli bir fiziksel sistemin (ister nöronların ister silikon transistörlerin karmaşık bir devresi olsun) hangi durumlarda hangi deneyimler altında gerçekleştiğini öngören tatmin edici bir bilimsel bilinç teorisidir. Dahası, bu deneyimlerin yaşanma şekli neden birbirinden farklıdır? Duyulardaki bu farklılıklar bir işleve sahipse sorun neden kaynaklanmaktadır? Böyle bir teori, hangi sistemlerin neyi nasıl deneyimlediğine karar vermemizi sağlayacaktır.

İNSAN BİLİNCİ VE FRANCİS CRİCK

Watson’la birlikte insan DNA’sının çifte sarmal olduğunu bulan İngiliz nörolog Francis Crick, 1980’lerde genç meslektaşlarıyla ilk bilimsel bilinç teorisini geliştirdi. DNA ile yaşamı çözdükten sonra bilimdeki diğer sınıra, bilimden başka her şeyle açıklanan bilinç tabusuna el attı.

Oysa karmaşık insan bilincini tek bir teoriyle açıklamak zordur. Francis Crick ve ekibi de bilincin kökenini bulmak yerine, bilincin beyinde nerede ortaya çıktığını bulmaya çalıştı. Bilincin kökenini değil, beyindeki bağıntılarını aradılar ve onun izinden giden bilim insanları da bilincin nörolojik ayak izini bulmak konusunda büyük ilerleme kaydettiler. Bunlardan ilki olan genel işyeri teorisini görelim.

GENEL İŞYERİ TEORİSİ

1982 yılında geliştirilen bu teoriye göre beyinde genel işyeri olarak adlandırılan bir sinir hücresi ağı (nöral ağ) var. İnsan bilinci beyindeki nöronların bir şeyi düşünürken birbiriyle haberleşmesi, etkileşime girmesi ve işbirliği yapmasıyla ortaya çıkıyor. Sinir hücreleri duygu ve düşüncelere ilişkin sinyalleri işleyerek elde ettiği sonuçları diğer hücrelerle paylaşıyor. Aslında bu sinyalleri birlikte işliyor.

Nöronların gönderdiği elektrik sinyallerinin bunlara yanıt veren ayna nöronlardan geri yansımasıyla verici nöronlar da kendi varlığının farkına vararak bilinç kazanıyor. Ancak, nöronlar sadece karşılıklı etkileşim halinde iken bilinç kazanıyor. Öyle ki nöronların tek başına bilinçlenmesi mümkün olmadığı gibi genel işyeri ağıyla kalıcı olarak bilinç kazanması da imkansız. Bu ne demek derseniz:

Bir çiçeği koklamaya ait farkındalık durumu geçici bir genel işyeri nöral ağı oluşturuyor. İnsanın eline iğne batması veya konuşmayı bölen bir ses duyması durumunda beynin farkındalık statüsü değişiyor. Beyin her farkındalık için ayrı bir genel işyeri ağı kuruyor. Bu nedenle insanlar aynı anda iki şeye dikkatini veremiyor. Örneğin bu yazıyı yazarken gürültüden soyutlanmak için kulaklıkla müzik dinliyorum. Ne müzik dinlediğimi biliyorum ama müziğe dikkat ettiğim zaman yazı yazamıyorum.

Peki neden aynı anda on işe birden konsantre olamıyoruz? Bunun sebebi genel işyeri ağının veri depolama ve işleme kapasitesinin sınırlı olmasıdır. Peki neden öyle? İnsanların gerçek dünyadan kopup sürekli dalgın gezmemesi için dünyadaki yeni gelişmeleri fark etmesi gerekiyor. Örneğin hep bilgisayar oynayan biri susuzluktan ölür (bu oldu) veya önüne bakmadan yola çıkan birine araba çarpabilir.

İNSAN BİLİNCİ VE TERMODİNAMİK

Bunun dışında insan beyninin termodinamik açıdan, yani enerji verimliliği açısından evrim sürecinde çok iyi optimize edildiğini biliyoruz. Beynimiz yaklaşık 1260 cm3 hacmindedir ve daha küçük olup da bu kadar zeki olması imkansızdır. Nitekim yaklaşık 30 bin yıl önce soyu tükenen Neandertal insanlarının beyin hacmi 1680 cm3 idi ve son 20 bin yılda insan beyni de atalarına göre biraz küçüldü.

Bunun konumuzla ne ilgisi var derseniz: Genel işyeri nöral ağının veri depolama ve işleme kapasitesi sınırlıdır; çünkü burada beynin tamamını meşgul eden karmaşık bir bilgi-işlem sürecinden söz ediyoruz. Genel işyeri ağı sayesinde insan bilinci beynin belirli bir bölgesinde değil, tamamında ortaya çıkmaktadır ve bilinçli düşünceler çok fazla enerji tüketen karmaşık süreçlerdir.

İnsan beyninin aslında felsefe yapmak için değil de hayatta kalmak için evrim geçirdiğini hatırlarsak bir şeye dikkat etmek ve değişen şartlara uyum sağlamak için dikkatini başka bir şeye vermek arasında denge kurmak zorunda kaldığını görüyoruz. Özetle yeni bir şeye konsantre olabilmek için dikkatinizin dağılabilmesi gerekir.

PEKİ İNSAN BİLİNCİ TEORİSİ KANITLANDI MI?

Hayır ama 2001 yılında 15 kişi üzerinde deney yapan araştırmacılar teoriyi destekleyen bazı kanıtlar buldular: Seçtikleri kişilere ekranda artarda kelimeler gösterdiler. Sözcükler yanıp söner gibi hızlı geçiyordu ve iki sözcük arasında sadece 29 milisaniye vardı. Bu süre bir kelimeyi okumaya yeterliydi ama aklınız başka yerdeyken bütün sözcükleri fark etmeniz imkansızdı. Ayrıca bilim insanları bu işi zorlaştırmak için maskeleme tekniğini kullandılar:

Sözcükleri gösterirken alakasız resimler de gösterdiler: At kelimesinin arka planı olarak demir-çelik tesisi fotoğrafı göstermek gibi… Elbette ki insanların gördükleri kelimeleri hemen unutacağını biliyorlardı. Arka arkaya belki yüz sözcük gören bir insanın birinci ve onuncu sözcüğü spesifik olarak anımsaması çok zordu. Ancak, nörologlar kısa süreli belleği değil, bilinçli farkındalığı test ediyordu.

Gördüler ki insanlar bir sözcüğe pek dikkat etmiyorsa beyindeki nöral aktivite sınırlı kalıyor fakat bir sözcüğe dikkat edip farkına vardıklarında bütün beyin Noel ağacı gibi aydınlanıyordu. Beyin kabuğundaki birçok nöron haberleşmeye başlıyor ve beynin elektrokimyasal aktivitesi hızla artıyordu. Bu da farkındalığın beynin tamamında ortaya çıktığını söyleyen global işyeri teorisini destekliyordu. Bilim insanları en azından beynin bir sinyali bilinçli ve bilinçsiz olarak işlerken nasıl çalıştığını gördüler. Böylece bilincin beynin bir bölgesinden çıkıp tamamına nasıl yayıldığını araştırmaya başladılar.

İNSAN BİLİNCİ KAZANIMLARI

Genel işyeri teorisi bize insan bilinci hakkında önemli şeyler gösterdi: 

1) Bilinç beyindeki belirli bir nöral ağa özgüdür ve 2) Beynimiz bilinç dışında milyonlarca işlem gerçekleştirse de bilinçli olarak tek bir düşünce akışı izlemektedir. Daha da önemlisi bu teori insan bilincini bilimsel olarak araştırabileceğimizi kanıtlamıştır:

İNSAN BİLİNCİ VE TEKİLLİK

Bilincin nörolojik süreçlerden türeyen bir olgu olduğu görüşü (emergence) Ray Kurzweil’ın 2012 tarihli Bir Zihin Yaratmak kitabına da esin kaynağı oldu. Kurzweil yeteri kadar karmaşık yazılım ve donanımların otomatik olarak insan gibi düşünebileceğini savundu ve teknolojik tekillik argümanı çerçevesinde bu konuyu basitleştirerek anlattı.

Biz de genel işyeri teorisini analiz edersek insan bilincinin beynin yapısından çok nörolojik organizasyon ve konfigürasyonuna bağlı olduğunu görürüz. Bu da yapay zekanın da gelecekte bilinç kazanabileceğini gösteriyor. Kurzweil’a göre önemli olan doğru yapılandırma ve devre şemasını bulmaktır.

Oysa fizikçi Roger Penrose’un (evet, kara deliklerde çıplak tekilliği yasaklayarak Penrose diyagramları ile kozmik sansürü getiren o Penrose’un) haklı olarak belirttiği gibi insan beyni ne analogdur ne de dijital… Buna göre algoritmaların insan beynini basitçe taklit ederek bilinç kazanması imkansızdır. Öyleyse daha doğru bir bilinç teorisi geliştirebilir miyiz? Evet ve hemen aşağıda anlatıyorum:

DOLAYLI KANITLAR

Sonuçta çiçek kokusunun farkındalığı beynin dokunma duyusunu işleyen bölgesinde ortaya çıkmaz. Koku farkındalığı beynin koku almasını sağlayan bölgeden yayılacaktır. Aslında görme yetisini yitirenlerde dokunma hissinin gözlerin yerini alması da bilincin beynin tamamında oluştuğunu gösteren diğer bir kanıttır.

ENTGRE ENFORMASYON TEORİSİ

2004 yılında nörolog Giulio Tononi insan bilincini açıklamak için entegre enformasyon teorisini geliştirdi. Bu teori bir kişinin kişisel deneyimleri ve öz farkındalığını bilimsel olarak incelemenin imkansız olmasından yola çıkıyor. Öyle ya; kırmızı rengi neden sevdiğimi bilimsel olarak açıklayabilirsiniz ama kırmızıyı sevmenin kendindeliğiyle bende neler hissettirdiğini ben olmadan anlayamazsınız ve kuantum fiziğindeki klonlama yasak teoremi uyarınca ben olmanız imkansızdır.

Tononi genel işyeri teorisinin çıkmaza girdiğini düşündü. Bu teori bize bilinçle ilgili önemli şeyler öğretmişti ama bilinçle ilgili olarak test edilebilen yeni öngörülerde bulunması ve bilimsel araştırmalarla daha fazla geliştirilmesi imkansızdı. Genel işyeri teorisi beyni bilgisayara benzeterek çalışıyordu ama beyin bilgisayar değildir. Tononi bu yüzden yeni teoriyi geliştirdi:

İtalyan nörolog, 1905’te kuantum fiziğini geliştiren Max Planck gibi yaptı. Matematikten yola çıkmak yerine gördüklerinden yola çıkarak ampirik bir teori geliştirmeye çalıştı. Kısacası bilinç hakkında ne biliyoruz? Bunları kısaca sıralayalım: 1) İnsan bilinci kendisinin farkındadır ve bunu ifade edebilir. 2) Herkes kendi zihninde hapistir ve kendi bilincini deneyimleyebilir ama kimse başkası gibi hissedemez. Bilinç mutlak olarak özneldir. 3) İnsan bilinci bölünmez bir bütündür.

İlk ikisini açıkladığımıza göre üçüncüye geçelim: Şimdi diyeceksiniz ki “Hocam benlik ikileşmesi bozukluğu var”. Oysa bu yanlış anlaşılıyor: Bir bireyin beyninde popüler deyişle iki ayrı kişilik olabilir ama insanlar zihnini bilerek ve isteyerek ikiye bölemezler. Canları istediği zaman Doktor Jekyll ve Bay Hide gibi kişilik değiştiremezler. Bugün dünyayı mavi ve yarın kırmızı göreceğim diyemezler. Metrobüste ter kokusu yerine çiçek kokusu koklamayı tercih edemezler. Gerçi bu harika olurdu.

İNSAN BİLİNCİ TEKİL VE BENZERSİZDİR

Tononi bu gerçeklerden yola çıktı ve tıpkı genel işyeri teorisinde olduğu gibi insan bilincinin nöronlar arasındaki sinirsel bağlara bağlı olduğunu düşündü ama insan beyni ne analogdur ne dijital dediğimizi hatırlayın: Entegre enformasyon teorisinde nöral ağların bile önemi yoktur. Asıl bu ağlardan geçen bilgi önemlidir.

Öyleyse entegre enformasyon teorisinin en büyük özelliği insan bilincinin salt nöral ağ altyapısından oluşmadığını gösteriyor olmasıdır. Bunu aklınızda tutun; çünkü özgür irade için buna geri geleceğim. Tononi’ye göre insan bilinci beyindeki nöronların bağlanabilirliğinden gelir; yani entegre olarak paylaştıkları enformasyondan türer. Tononi ve meslektaşları bunu göstermek üzere bir deney yaptılar.

Deneye katılan 11 kişinin beynine mıknatıslar yardımıyla darbeli manyetik alanlar gönderdiler. Böylece nöronları manyetik uyaranlarla uyardılar. Ardından bir elektroansefalogram (EEG) şapkasıyla nöronların bu sinyallere tepki olarak ne tür sinyaller ürettiğine baktılar. Sonra denekleri uyutarak aynı işlemi bilinçlerinin kapalı olduğu zaman tekrarladılar. Bu kez nöronların manyetik darbelere pek tepki göstermediğini gördüler. Peki bu ne anlama geliyor?

İnsan bilinci sadece nöronlar arasındaki sinir ağlarına bağlı olsaydı nöronlar uyurken de bilincimiz açık olurdu. Oysa bilinç nöronların kendi arasında aktif olarak haberleşmesinden türer. Entegre enformasyon teorisinin global işyeri teorisinden en büyük farkı budur. Ayrıca neden birden fazla işe dikkatimizi veremediğimizi de gösterir. Nöronlar aynı anda sadece tek bir iş için veri akışı sağlar.

ÖZGÜR İRADE VAR MI?

Ne kadar hızlı düşünüyoruz ve bilinç bilinçsiz beynin ürünü mü yazılarında özgür iradeyi detaylı olarak işledim. Ancak, entegre enformasyon teorisinin özgür iradeyle ilgili yeni bir şey söylediğini görüyoruz. İnsan bilinci nöronlar arasındaki aktif haberleşmeye bağlıysa özgür irade vardır! Bunu biraz geriden alarak anlatalım:

Özgür irade bir yanılsamadır diyenler bu iddiayı iki gerçeğe dayandırıyorlar: 

1) Hayatta yaptığımız her seçim bir sonraki seçimde elimizi bağlar. Örneğin Alman Lisesi’nden mezun olmak askeri liseden mezun olmamak anlamına gelir. Hayatta değiştiremeyeceğimiz seçimler de vardır. Biyolojik anne babanızı ve doğum gününüzü seçemezsiniz vb.

2) İnsan beyni Matrix’teki Neo’nun kırmızı veya mavi hapı seçmesi gibi bir kararı biz bunun farkına varmadan 2 ila 6 saniye önce alır. Biz beynimizin bilinçaltında aldığı kararı sonradan fark ederek buna bir açıklama uydururuz (2006’da fMR cihazıyla beyin taraması yaparak kanıtlanmıştır).

Oysa entegre enformasyon teorisine göre özgür irade vardır! Mademki bilinç nöronlar arası veri akışından türer ve madem ki bizler bazen karar değiştirebiliyoruz, öyleyse karar değiştirmeye yönelik nörolojik süreçler irademizin dışında olsa bile ki öyledir, özgür irademizle yeni bir karar alabiliriz: Sonuçta beynimizi bir konuyu yeniden düşünmeye zorlamak da entegre enformasyon akışı başlatır.

FELSEFE KESİN YANIT VERİYOR

Özgür irade bir şeyi yapmaya gücünüzün yetmesi değildir. Bir şeyi yapmak istemektir. İsteklerinizin bilinçaltı nörolojik sebepleri olabilir ama istekler de nörolojik etkinliklerdir ve entegre enformasyon akışına dahildir. Örneğin kötü bir futbol maçında penaltıyı kaçıran bir futbolcu aynısı bugün olsa o golü atardım diyebilir ama aynı şartlarda gol atması imkansızdır. Yine de gol atmayı istemekle özgür iradesini göstermiş olmaktadır. Bilinç nasıl çalışır demeden önce bilinci doğru tanımlamak gerekir.

İNSAN BİLİNCİ VE YAPAY ZEKA

Genel işyeri teorisinin “yeterince karmaşık yapay zeka insan gibi düşünebilir” argümanının önündeki en büyük engel insan beyninin yapısı ve işleyişinin bilgisayarlardan farklı olmasıydı. Oysa entegre enformasyon teorisi 1) bilinç bölünmez bir bütündür, 2) bütün parçalar toplamından fazladır ve 3) özgür irade düşüncelerimizi kısmen değiştirmemizi sağlayan bir geribesleme mekanizmasıdır derken yapay zekanın da insan gibi bilinçli olabileceğini gösteriyor:

Önemli olan doğru nöral ağı kurmak VE bunu doğru algoritmayla çalıştırmaktır. Yalnız bunun küçük bir yan etkisi var ve buna Terminator Skynet sendromu diyoruz (aynı zamanda istenmeyen bir etki olup olmadığına siz karar verin). Küresel Ağ Networkunu (World Wide Web, WWW) barındıran internet de kısmen bilinçli olabilir! Hem entegre enformasyon içerdiği hem de insanların düşüncelerini birbirine bağlayan bir tür dijital üst akıl oluşturduğu için…

Bu da aslında Platon’un idealar fikrini andırıyor: İnsan ürünleri insan ideasının yaratıları olduğundan insanidir. Eşyayı putlaştırmamak gerekir ama iyi olanı sevin, iyi olan insandan ötürü… Ancak, entegre enformasyon teorisi doğruysa bize müthiş bir imkan sunuyor: Bilinç bitkilerden köpeklere ve insanlara uzanan bir spektrumdur. Köpeklerin basit bilincinden karmaşık insan bilincine uzanır.

Öyleyse bilinç doğaüstü, aslında doğa dışı bir ruh değildir ve insan türüne özgü de değildir. Felsefi açıdan bu insanları tanrı korkusu yüzünden değil de gerçekten istiyorsa ahlaklı olmaya iter. Böylece bencilce günah işleyen bazıları cihat gibi sözde tanrısal emirleri bahane edemez ve tanrı korkusuna sahte sevap işlemek yerine gerçekten iyilik yapmış olurlar. Dünyevi bilinç insanı özgürleştirir!

İNSAN BİLİNCİ ÖLÇÜLEBİLİR Mİ?

Dahası var: Entegre enformasyon teorisine göre insan bilinci oda sıcaklığı gibi ölçülebilir. Kedi ve köpek bilinci de ölçülebilir. İşte bu nedenle gelecekte komaya girmiş bir hastanın beyin ölümü gerçekleşerek gerçekten bitkisel hayata girip girmediğini de ölçebiliriz. Hastanın yakınları beyin ölümü gerçekleşti diyerek çok daha özgür bir şekilde yaşam destek makinesinin kapatılmasını isteyebilirler.

Bilincin ölçülebilmesi askeri robotların (başta otonom dronların) insan öldürmesi durumunda yapay zekanın da yargılanmasının önünü açabilir. Böylece dronları uzaktan kumanda eden askerlerin adını gizli tutarak onlara Yakındoğu’da dronla suikast düzenleme emri veren yöneticiler bugüne dek işledikleri bütün savaş suçlarının hesabını vermek zorunda kalır. Hem de gerçek zamanlı olarak.

Yapay zekanın hesap verebilmesi otonom araçların, robot doktorların, robot mali müşavirler, avukatlar ve belki de robot cumhurbaşkanlarının önünü açacaktır ama kukla olarak değil, gerçekten özgür yöneticiler olarak… Umarız ki robot yöneticiler insanlardan etik olacaktır. Hatta Elon Musk’ın insan beynini telepatik internetle bilgisayarlara bağlayacak olan yeni şirketi Neuralink ile insan türünü saldırgan süper zekadan koruma planı işe yarayacaktır.

Peki insan bilinci maddenin yeni bir hali mi? Onu da şimdi okuyabilir ve Roger Penrose’un kuantum bilinç teorisine bakabilirsiniz. RNA Yoluyla Genetik Hafıza Transferi projesi ile Arnold’un Gerçeğe Çağrı filmini analiz edebilir ve hem psikiyatrik tedavide hem de dijital faşizmde kullanılabilecek olan holografik beyin programlama aygıtını görebilirsiniz. İnsan bilincinin nöral ağ tabanlı entegre enformasyon olduğu argümanını Network Topolojisi ve Sizi Herkesten Ayıran 6 Kişi ile Amplituhedron: Uzay Küçük Parçalardan mı Oluşuyor yazılarına da bağlayabilirsiniz. Her zaman bilimle kalın.




Kaynaklar 

https://khosann.com/insan-bilinci-nedir-ve-ozgur-irade-var-mi/
https://www.bilimoloji.com/bilinc-nedir/
https://evrimagaci.org/bilinc-nedir-7210
https://sarkac.org/2017/04/bilinc-nedir/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çöp DNA (İnsan DNA' sının %98' i)

Bakım Yönetimi

Matrix Felsefesi ve Platon' un Mağara Alegorisi