Metafizik ve Özgür İrade

Metafizik Nedir?

Kendinizi bir düşünce okyanusuna dalmış gibi hissettiğiniz oldu mu? Zihniniz bilginizin boşluklarının yarattığı huzursuzluk içinde kaldı mı? Eğer bunu yaşamadıysanız şu sorulara bir göz atın;

Zaman bir yanılsama mıdır?
Mutlak bir gerçek var mıdır? Varsa neden meydana gelir?
Tanrı’nın varlığını bilmek mümkün mü? Tanrı dediğimiz şey vicdanımızın sesi olabilir mi?
Yaşamın nihai bir anlamı var mı?
Bu gibi soruları analiz etmeye ve cevaplamaya çalıştığımızda fizik kavramları ile bu sorular üzerinde düşünemeyeceğimizi fark ederiz. Bu gibi sorulara yanıt ararken fizik ötesi anlamına gelen “metafizik” kavramları ile düşünmeye başlarız.



Geçmişten Felsefi Bir Yaklaşım

Doğduk öleceğiz. Bu ikisi arasındaki şeye “zaman” diyoruz. Zamanın geçişinin deneyimlerimizin en temel özelliği olduğunu biliyoruz ama onu tam olarak tanımlayamıyoruz. Daha da fenası, bu konuda fizik yasaları da bize yardımcı olmuyor. Zamanın varlığı inkar edilemez ama deneyimler olmadığında zamanın anlamı da kayboluyor. Diğer sorular için de benzer bir durum geçerli. Buna benzer problemleri felsefi açıdan ele alarak çözmeye çalışırız. Felsefede uzay ve zaman, zamanın geçiciliği tarafından düzenlenen bir alan olarak değil, değişmeyen dört boyutlu bir yapı olarak ele alınır.

Metafizik

Bütün bunlar biraz kafa karıştırıcı gelmiş olabilir. Bunun kafa karıştırıcı görünme nedeni bilimsel bakış açısının felsefi çözümleri sindirememesinden; kuantum fiziğinin hem teorik hem de deneysel olarak tam olarak anlaşılmamış olmasına rağmen geçerli olduğunu unutma eğilimimizden kaynaklanır.

Metafizik, kuantum fiziği ilgili keşiflerden çok önce Platon ve Aristoteles’in zamanından beri vardır. Metafizik gerçekliğin temel doğasını, zihin ve madde arasındaki ilişkiyi, özü ve niteliği, olasılığı ve gerçekliği inceleyen felsefe dalıdır. Fizikten farkı, ortaya koyduğu kavramları sorgulama aşamasını atlayıp sonuca dair cevaplar üretme çabasıdır.
Metafiziğin konularının başında varlık bilimi anlamına gelen ontoloji gelir.

Ontoloji

Ontoloji varlığın doğasını anlamaya çalışır. Farklı nesne türlerini (somut ve soyut, var olmayan ve var olan, gerçek ve sanal, bağımlı ve bağımsız) ve bunların bağlarını (ilişkiler, öngörme ve bağımlılıklar) ayırt etmek için bir temel arar.
“Evrenin doğası nedir?”, “Tanrı var mı?” veya “Öldüğümüzde bize ne olur?” gibi derin sorular sorduğunuzda, ontolojik sorular sormuş oluyoruz.

Modalite (Yöntem)

Modalite; ihtiyaçlar, olasılıklar ve imkansızlıklar dahil olmak üzere metafiziksel ifadelerle ilgilenir. Örneğin, futbol takımında 11 oyuncu varken on dört oyuncu da olabilirdi diyebiliriz ama sıfır oyuncu olma olasılığı yoktur. Futbol takımında 11 oyuncunun var olması; neyin gerçek ya da neyin gerekli olduğuyla ilgilidir. On dört oyuncu olabilirdi ifadesi neyin mümkün olduğuyla ve üçüncüsü ise imkansız olanla ilgili bir gerçektir.

Neyin mümkün ve gerekli olduğu konusunu sürekli olarak değerlendiririz. Mesela bir işi nasıl daha iyi hale getireceğimizi düşünürken ya da olayların olduğundan farklı olması için nelerin değişmesi gerektiği konusunda düşünürken. Bunlarla ilgili sürekli kararlar alırız. Bunlara modal kararlar ve modal iddialar denir. Bunlar bilinçaltımızda üretilir ve kararlarımızda merkezi bir rol oynar.

Kimlik

Kişisel kimlik teorisi, varlığımız ile ilgili nihai bir yüzleşmedir: Ben kimim? Ölümden sonra bir yaşam var mı? Varlığımın nihai amacı nedir? Mevcut fiziksel yasaların veya teorilerin herhangi birinin bu tür soruları yanıtlaması mümkün değildir.

Doğal Teoloji

Herhangi bir vahiyden söz etmeden veya herhangi bir vahiye itiraz etmeden Tanrı’nın varlığını ve niteliklerini araştırır. Teolojide ilk soru “tanrı” kelimesinin ne anlama geldiğidir. Tanrı var mı? Tanrı geleceği ve yaşayan canlıların nasıl davranacağını bilir mi? Teoloji, bu soruları kutsal metinlerden ve ilahi yazılardan hiçbir iddiada bulunmadan kullanmaya devam etmesine rağmen bu iddiaları yanıtlamayı amaçlar. Bununla birlikte eğer durumu analiz edecek olursanız önemli bir farkındalığa ulaşılır. Bilim insanları evreninin kökenine dair kesin bir açıklama yapamamışlardır. O halde ilahiyatçıların bir yaratan olduğu iddiası bilimsel olarak yalanlanmamıştır. Ancak bu noktada bir başka soru ortaya çıkar: Tanrı evreni yarattıysa Tanrı’yı kim yarattı?

Soyut Nesneler

Sayılar ve matematiğin diğer kavramları soyut buna karşın ağaçlar, taşlar ve insanın kendisi gibi doğal figürler evrensel olarak somut olarak kabul edilir. Platon’a göre maddi dünyanın ötesinde gerçek bir alem vardır ve bu alemde nesnelerin gerçek ve soyut halleri bulunur. Bu soyut nesneler, yaratıcı ilahi bir hareketten kaynaklanır.

Metafizik Bir Bilim Dalı mıdır?

Mevcut bilimsel yasalar ve teorilerle açıklanmayan, mantığa aykırı tespitler yapan metafiziğin bir bilim dalı olarak tanımlanması nasıl mümkün olur diye düşünmüş olabilirsiniz. Metafizik gerçekten de mantık zincirleriyle kendisini kısıtlamaz. Örneğin bir metafizikçi bilgisayarın varlığı ile ilgili olarak şu soruları sorabilir:

Bilgisayar ne tür birşeydir?
Özgür iradesi var mı?
Parçalarıyla kendisi arasında nasıl bir ilişki var?

15. yüzyıl boyunca pek çok bilge insan, Kristof Kolomb’un keşif yolculuğunu anlamsız ve tehlikeli buldu. Çünkü onlara göre dünya düzdü ve Doğu Hindistan’a gitmeye çalışmak demek, dünyandan düşmek demekti. Ama Kolomb bu yolculuğuna çıktı bir süre sonra insanlar farklı düşünmeye başladılar. Sonuçta dünyanın yuvarlak olduğu iddiası fiziksel olarak kantılandı. Yani başlangıçta dünyanın yuvarlak olması fikri metafiziksel bir fikirken daha sonra fiziksel bir gerçeklik haline gelmiştir. Bir başka önemli gerçek ise gezegen sistemimizin merkezinde Güneş’in olmasıdır. Başlangıçta tüm yıldızların ve gezegenlerin Dünya’nın etrafında döndüğü sanılırken bugün heliosantrik (güneş merkezli) evren fikri bizim için fiziksel bir kavram haline gelmiştir. Ama 16. yüzyılda yaşayan insanlar için bu metafiziksel bir gerçekti. Bu duruma verilebilecek en şahane örnek Einstein’ın teorileridir. Einstein’ın teorileri bilişsel anlayışı temel alan teorilerdi ancak fiziksel olarak gözlemlenemediği için geliştirildikleri zaman metafizikti. Bunun da ötesinde, çok yakın bir zamanda, bir kara deliğin ilk gözlemiyle, bir kara deliğin nasıl görüneceği konusundaki metafizik teorileri nihayet hayata geçti. Benzer şekilde, Kuantum fiziği büyük ölçüde metafizik olarak kabul edilebilir, ancak şimdi tüm bilimlerimizin temeli haline gelmiştir.

Burada anlamamız gereken en önemli konu, fizik ve metafizik arasındaki sınırların sürekli olarak hareket halinde olduğudur. Bugün metafizik olan bir şey, gelecekte fiziksel olarak gözlenebilen bilimsel bir gerçek haline gelebilir. Metafizik bu doğası sayesinde bilmediklerimiz konusunda tahminlerde bulunarak bilime öncülük eder ve bilimin yolunu aydınlatır.

Metafizikte, Liberteryenizm, özgür irade ve belirlenim konusundaki temel felsefi duruşlardan biridir.[1] Bu duruş, özgür iradenin ve belirlenen (determinist) bir evrenin çelişkili olduğunu savunur. Liberteryenlere göre özgür irade vardır ve bu yüzden belirlenim yoktur.

Liberteryenciliğin ilk açık ve kesin ifadesilerinden biri John Duns Scotus tarafından yapılmıştır. Teolojik bağlamda, metafiziksel liberteryencilik Luis de Molina ve Francisco Suárez gibi Cizvitler tarafından savunulmuştur. Erken modern dönemdeki diğer önemli liberteryenler René Descartes, George Berkeley, Immanuel Kant ve Thomas Reid'dir.

Metafizik, felsefenin varlığı konu edinen bölümüdür. Günümüzde metafizik ile ontoloji arasında bir ayrım yapılmaz. Metafizik, İlk çağ ve orta çağ boyunca en temel ve ilk felsefe olarak incelenmiştir.

Metafizik ve ontoloji kelimelerinin ortaya çıkışlarına bakalım kısaca:

Aristoteles görünen dünyadaki maddelerin bilimine “fizik” (phusika) adını verecek buna “ikinci felsefe” diyecektir. Duyularla kavramaktan uzak olan, akıl yoluyla kavranan varlığı üzerine araştırmaların yapılacağı bilim olan ontoloji de (Yunanca “to on” (var olan) ve “logos” (akılla söylenen söz)) kelimelerinin birleşiminden meydana gelecek ve ontoloji ilk felsefe olarak nitelenecektir.

Takip eden yıllarda öğrencisi Rodoslu Andronikos’un bu ilk felsefe notlarını tasnif ederken kitaba meta-fizik (fizik sonrası, ötesi) (meta ta phusika) anlamına gelen başlığı atacak ve bu alan bazen teolojinin de konularıyla uğraşacak olan bilim dalının ismi olacaktır.

Metafizik en genel biçiminde varlığı, var olanı, varlık olmak bakımından inceler. Bu, bir nesnenin tüm öteki niteliklerini bir kenara koyup, yalnızca biricik bir niteliğini, yani varlık niteliğini inceleme olarak da anlaşılabilir.

VARLIK NEDİR?

“Varlık nedir?” sorusu felsefi araştırmanın başlangıcında yer alır. Burada yine karşımızı mitos çıkacaktır. Geçen programda kısaca bahsettiğimiz mitler bu en önemli soruya cevaplar getirmeye çalışmıştır.

Bu araştırmayı yapan ilk filozof ise Thales olacaktır. Thales, ilkçağ felsefe tarihinde daha ayrıntılı olarak göreceğimiz üzere, her şeyin “su”dan oluştuğunu söyleyecektir.

Burada “su”dan kasıt Yunan mitolojisinden bildiğimiz okyanus, oceon olsa da bunu felsefe yapan şey Thales ’in mitolojik bir tasavvuru alıp felsefi bir bağlamda, insani tecrübe ve akıl temelinde yeniden yapılandırılması, onu varlığa ilişkin rasyonel bir araştırmanın konusu haline getirmesidir.

Metafiziğin doğru anlaşılması için konularının iyi ayırt edilmesi lazım. Aristoteles’in Metafizik adlı eseri incelendiğin metafiziğin üç temel konusu olduğu anlaşılacaktır. Bunlar;

Varlığı varlık olmak bakımından incelenmesinin bilimidir ve var olana ilişkin rasyonel araştırmadır. (Ontoloji) Burada metafiziksel araştırma çoğu zaman “var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan varlık” olarak tanımlanan töz kavramı üzerinden yürütülür.

İlk nedenin veya ilahi olanın bilimidir. (Teoloji) (18.yy.dan sonra metafiziğin alt dalı değil, kendi başına bir alan olarak varlığını sürdürecektir.)

Bütün araştırmaların temelinde bulunan ilkelere ilişkin bir inceleme ve soruşturmadan meydana gelir.

Bu tasnif 18.yy.’a kadar kullanılmaya devam edecektir.

METAFİZİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Sokrates öncesi doğa filozoflarıyla başlayıp 18.yy. modern bilim devrimine kadar gelecek olan süreçte Klasik Töz Metafiziği karşımıza çıkacaktır.

Buna göre metafiziksel açıdan realist bir perspektif hakimdir. Yani zihinden bağımsız bir dış gerçekliğin var olduğu kabul edilerek felsefe yapılmıştır.

Klasik töz metafiziğinde bir tözler çokluğu anlayışı hakimdir. Yani her maddenin ayrı bir tözü vardır. Burada kısaca bir ilkçağ felsefesinden bahsedelim. Sokrates öncesi doğa filozofları felsefeleri bütünüyle varlık felsefesinden oluşur. Onlar ilk nedenleri bulmaya çalıştılar. Onların felsefesinin kapsadığı konular daha sonra farklı disiplinler ve bilimler tarafından incelenmiştir.
Klasik Töz Metafiziğinin aksine Modern Töz Metafiziğinde klasik çok tözcü yaklaşımın aksine ya tek tözlü ya da iki tözlü metafizik anlayışları hâkim olmuştur. Bunlar;

Materyalizm: Buna göre, evrende var olan yegâne gerçekliğin madde olduğunu, madde ve maddenin değişimleri dışında hiçbir şeyin var olmadığını savunur. Materyalizme göre yaşam da oldukça karmaşık fiziksel ve kimyasal süreçlerden başka bir şey değildir. “Zihin” ve “düşünme” materyalizm açısından beynin bir faaliyetinden ibarettir. Dumanın ateşle ilişkisi neyse düşünmemenin de beyinle ilişkisi odur. Bu düşünceye göre evren kapalı bir sistemdir ve olup biter her şey kendisini doğuran fiziksel neden tarafından belirlenmiştir. Bu evrenin determinist olduğu savıdır.

İdealizm: Kökleri Platon’a kadar geri giden idealizm evrende şaşmaz bir düzen bulunduğunu öne sürer; bununla da kalmayıp bu düzenin zihnin eseri olduğunu savunur. Çünkü idealist anlayışta madde kendi başına düzen kazanamaz. Burada karşımıza iki filozof çıkacaktır.

Berkeley: Gerçekte var olanın zihin ya da ruh olduğunu söyler ve “var olmak algılanmaktır” diyerek, maddenin varoluşunu zihnin varoluşuna indirger.

Hegel: Nesnel idealizmin en önemli temsilcisidir. Hegel’de gerçekten var olan zihin, onun Geist adını verdiği, evrensel bir zihin ya da akıldır. Yani akıl, insana beşerî özneye yüklenen bir nitelik ya da yetenek değil, bir bütün olarak gerçeklik, gerçekliğin toplamıdır.

Dualizm: İdealizm veya materyalizmdeki monist kuramın aksine dünyada tek bir tözün değil de ayrı iki tözün var olduğunu öne sürer.

Birbirlerine indirgenemedikleri gibi birbirlerinden türetilemeyen bu iki töz de sırasıyla madde ve zihindir. Buna göre insan biri beden, diğeri de zihin ya da ruh olmak üzere iki tözden meydana gelen bileşik bir varlıktır.

Bu ikiliği bütün iradi edim ya da hareketlerde kolaylıkla görebiliriz. Önce bir düşünce ya da niyet (kolumu kaldırma düşüncesi) gelir, sonra bir vücut hareketi (kolumun emre boyun eğmesi) onu izler. Bu çok basit bir örnek olsa da anlattığı durum hiç de basit değildir.

Dualizmin en büyük sorunu beden ve ruh arasındaki ilişkiyi tam ve tatmin edici şekilde açıklayamamasıdır. Bunun sebebi biri diğerine indirgenemeyen iki tözün nasıl bir ilişki içinde olabilmeleridir. Yer kaplayan şey (beden) nasıl olur da yer kaplamayan zihnin kontörlünde olabilir?

Süreç Metafiziği: Burada doğanın sürekli olarak değişen olay dizilerinden meydana geldiğini, gerçekliğin temelinde, tözün değil de sürecin yani belli bir doğrultusu olan bir değişmenin bulunduğunu sürülür.

Varoluş Felsefesi: Bu varlık görüşünde insanın tanımı, varlıktan değil, bizzat insandan çıkılarak yapılır ve çok daha önemlisi, varlık “kendi kendisini tanımlayan insan”a göre tanımlanan bir şey olarak görülür. Başka şekilde söylemek gerekirse bu felsefede varlık, varlığı ele alan, varlık sorusunu sorabilen yegâne varlık olarak insandan hareketle ortaya konur. Kendini gerçekleştirmeye çalışan bu insana egzistans (varoluş) adı verili ve varlık, egzistansın kendini gerçekleştirme ortamı olarak ikinci kılınır.

Heideger: Varlık, sadece ve sadece insan varlığı olduğu sürece vardır veya anlaşılabilir; başka bir deyişle, varlık, insanın ona ilişkin doğru bir kavrayışına ihtiyaç duyar.

Sartre: Varoluş öncelikle insan varoluşudur. Şeyler elbette vardır ama onlar varoluşa sahip değillerdir. İnsan bilinciyle varlığını varoluşa taşır.

Bilim bir çözüm getirene kadar, deterministik bir dünyada yaşamasına rağmen, insanın özgür iradeye sahip bir varlık olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Ancak halen bunun nasıl gerçekleşebildiğini bilmiyoruz. İleride belki kuantum kuramının daha iyi anlaşılmasıyla veya kuantum kuramını da aşan daha mükemmel yeni bir bilimsel paradigmanın ortaya çıkmasıyla bu problem çözülebilecektir.

Bu denemede tartışacağımız soru şu: İnsanlar gerçekten özgür bir iradeye sahipler mi, yoksa bu bir yanılsama mı? Konuyu çok güzel ortaya koyduğunu düşündüğüm Thomas Nagel’den uzunca bir alıntıyla başlamak istiyorum:

“Diyelim ki bir kafeterya tezgâhı önünde bir şeftali ile çikolatalı kek arasında seçim yapmakta tereddüt ediyorsunuz. Kek güzel görünüyor ama onun kilo aldırdığını da biliyorsunuz, yine de keki alıp zevkle yiyorsunuz. Ertesi gün aynanın karşısında epeyce kilolu olduğunuzu görüp şöyle diyorsunuz: Keşke o keki yemeseydim, onun yerine bir şeftali yiyebilirdim…

“Peki bu ne anlama geliyor? Bir görüşe göre, seçim yaptığınız ana kadar mutlak bir şekilde seçiminizi belirleyen hiçbir şey yoktur. Gerçekte keki seçtiğiniz ana kadar şeftaliyi seçmeniz için de açık bir imkân vardı. Keki seçmeniz, önceden belirlenmiş değildi… Siz seçiminizi yapmadan önce keki seçmenizi kaçınılmaz kılan bir süreç ya da zorlama yoktur.

“Bazıları ise, gerçekte yaptığımız şeyden farklı herhangi bir şey yapmamızın asla mümkün olmadığını düşünmüştür… Bu iddiaya göre, her vakada daha biz eylemde bulunmadan önce mevcut olan koşullar eylemlerimizi belirlemekte ve onları kaçınılmaz kılmaktadır. Bir kişinin tecrübelerinin, arzularının ve bilgilerinin toplamı, kalıtsal özellikleri, sosyal koşullar ve karşı karşıya kaldığı seçimin mahiyeti, daha bilmediğimiz diğer faktörlerle birlikte kaçınılmaz koşullarda spesifik bir eylem meydana getirmek üzere bir araya gelirler. Bu görüşe ‘determinizm’ denir… Eğer meydana gelen her şey için determinizm söz konusu ise, siz daha doğmadan önce keki seçeceğiniz zaten belirlenmiştir.

“Determinizm doğruysa, keki seçtiğiniz için kendinizi suçlayabilir misiniz?.. Bunun ciddi sonuçları var gibi görünüyor. Makul olarak kendinizi keki alma konusunda suçlayamayacağınız gibi, muhtemelen herhangi birisini de ne kötü bir şey yaptığı için suçlayabilir, ne de iyi bir şey yaptığı için ödüllendirebilirsiniz…

“Eğer yaptığım her şeyin benim koşullarım ve psikolojik durumum tarafından belirlendiğini düşünseydim, kendimi kapana girmiş gibi hissederdim. Yine eğer bunun başka herkes için de geçerli olduğunu düşünseydim, onların bir sürü kuklaya benzediğini düşünürdüm…

Öte yandan, eğer seçimlerimiz belirlenmiyorsa, onlardan sorumlu olmamızın nasıl bir anlamı olacağını anladığımdan da emin değilim. Eğer benimle ilgili hiçbir şey seçimimi belirlemiyorsa, seçimi ben belirliyorum demenin ne anlama geldiği açık değildir. Öyleyse, belki de kek yerine şeftali seçebileceğimizi düşünmeniz felsefi bir yanılsamadır” (1).

Bu girişten sonra özgür irade, determinizm ve ilgili bazı kavramları irdelemeye çalışalım:

Özgür irade

Özgür irade, basitçe, çeşitli eylem olanakları arasından birini seçebilme yetisi olarak tanımlanabilir. Özgür iradenin var olduğunu savunanlar, bunu genellikle sağduyuya ve ahlak ilkelerine dayandırır:

Garson “Ne içersiniz?” diye sorduğunda, çay veya kahve ya da bir içki ısmarlarım. Bir duruşmada tanıklık yaparken doğruyu ya da yalan söylemeyi seçebilirim. Daha bunlar gibi pek çok örnek verebiliriz. Önemli veya önemsiz olsun, herhangi bir seçim yaptığımızda, başka türlü bir seçim de yapabileceğimizi düşünürüz. Ayrıca, verdiğimiz kararlardan dolayı kendimizi sorumlu tutarız. Bu türden argümanlar çoğumuza inandırıcı gelse de, aslında sağduyuya hitap eder. Ancak özgür irade konusunda şüpheci olanlar için bu tür kanıtlar tatminkâr değildir ve onlar sağduyunun yanıltıcı olabileceğini ifade eder.

Özgür iradeye sahip olduğumuzu savunmanın bir diğer nedeni de tüm ahlak kurallarının özgür olduğumuz varsayımı üzerine kurulmuş olmasıdır. İnsanları yaptıklarından dolayı över veya suçlarız. Bu ikinci kanıt ne kadar güçlüdür? Şüpheciler bu kanıtla da ikna olmazlar. Ödüllerin iyi davranışı teşvik edebileceğini, cezaların da caydırıcı olabileceğini; fakat bu “toplumsal yararlar”ın yeterli bir kanıt oluşturmadığını ifade ederler. Onlara göre yararlı olmak, doğru olmak anlamına gelmez (2).

Determinizm

Determinizm (belirlenimcilik) öğretisinin temelinde “nedensellik ilkesi” bulunur. Bu ilkeye göre her olgunun bir nedeni vardır. Determinizme göre A’nın B’yi belirlediğini söylediğimizde, iki hususu vurgulamış oluruz. Birincisi şudur: A, B’nin nedenidir. İkincisi ise: A, B’yi zorunlu kılar. Dolayısıyla, evrenin herhangi bir andaki durumundan ancak tek bir mümkün gelecek ortaya çıkmalıdır.

Deterministlerin insan davranışları hakkındaki görüşleri ise şöyledir: Seçimlerimiz arzularımızı ve ideallerimizi yansıtabilir; fakat tüm arzu ve ideallerimiz, genelde tüm düşüncelerimiz sadece kalıtımın ve çevresel etkenlerin bir sonucudur. Freud da bu konuda deterministtir. Freud’a göre bilinçli yaşantımız, tüm zihinsel yaşantımızın küçük bir parçasıdır. Bilincinde olduğumuz şeyler, bir buzdağının denizin üstünde kalan kısmı kadardır, asıl buz kütlesi yani bilinçaltı suyun altında, gözden uzaktadır. Bilinçaltı kişiliğimizin özüdür ve bilinç süreçlerimiz “denizin altındaki” bilinçsiz etmenler tarafından kesin bir şekilde denetlenir. Tüm zihinsel eylemler içgüdüsel, biyolojik ve fiziksel olan bilinçsiz zihinsel eylemlerin sonucudur. Dolayısıyla insan kontrolü dışındaki bu bilinçdışı güçlerin esiridir. Sonuç olarak tüm karar verme süreci bir yanılsamadır (3, 4).

Özgür irade-determinizm çatışması

Felsefe tarihinin en büyük tartışmalarından birisi bu konudur. Bu çatışma aslında bilimsel bulguların sağduyu ile çatışmasından ortaya çıkar. Daha sonra vurgulayacağımız gibi “atom-altı fiziksel dünya” hariç tutulacak olursa, determinist görüş bilim tarafından desteklenmektedir. Evren deterministik ise onun bir parçası olan insanın eylemlerinin de deterministik olması, bir şekilde önceden belirlenmiş olması gerekir.

Ancak bu noktada determinizmin tehdit ettiği özgürlük çeşidinin ne olduğu vurgulanmalıdır. Öncelikle “pratik özgürlük” ve “metafizik özgürlük” arasında bir ayrım yapılmalıdır. Pratik özgürlük, basitçe arzuları gerçekleştirebilme özgürlüğüdür. Örneğin hapisteki bir insan bu özgürlüğe hapiste olmayan birine kıyasla daha az sahiptir. Veya zengin biri bu özgürlüğe fakir birine kıyasla daha çok sahiptir. Metafizik özgürlük (veya irade özgürlüğü) daha farklı bir kavramdır. Bu ikinci tür özgürlük, son tahlilde yaptığımız seçimlerden “sorumlu” olmamız anlamına gelir. Determinizmin tehdit ettiği özgürlük metafizik özgürlüktür (5).

Özgür irade ve determinizmi bağdaştırma çabaları

Özgür irade ve determinizmi bağdaştırma çabaları sonucunda ortaya “yumuşak determinizm” adı verilen bir determinizm çeşidi çıkmıştır. Bu determinizm çeşidine göre, seçimlerimiz nedensel olarak belirlenmiş olmakla birlikte, yapmak istediğimiz bir şeyi yaptığımızda özgür bir biçimde davrandığımız söylenebilir. Bir başka ifadeyle, bir eylemi yapmaktan engellenmediğim veya onu yapmaya zorlanmadığım sürece, o eylemi yapmakta özgürüm demektir. Örneğin ben şimdi gidip saçımı kısacık kestirmekte özgürüm; ama askere giden bir genç, istemediği halde askeri kurallara uyarak saçını kestirdiğinde özgür davranmış olmaz.

Ancak, kolayca görülebileceği üzere, yumuşak determinizm ancak “pratik özgürlük” kavramını determinizmle bağdaştırabilir. Asıl problem olduğu gibi kalmaktadır, yani yumuşak determinizm “metafizik özgürlük” ile determinizmi bağdaştırmakta aciz kalmaktadır. Çünkü, “Onu bunu bırakın, yaptığımız seçimlerden sorumlu muyuz?” sorusu sorulduğunda, yumuşak deterministler “hayır” cevabını vermek zorunda kalır.

Bir başka eleştiri ise şöyledir: Yumuşak deterministlere göre özgürlük, dışsal bir engellemenin olmadığı hallerde söz konusu olabilir; fakat içsel zorlamalar varsa özgürlükten bahsedilebilir mi? Örneğin günde yüzlerce kez ellerini yıkamak gibi bir dürtünün zorlamasıyla hareket eden bir kişi özgür müdür? Veya çocukluğundan beri aldığı koyu bir dogmatik dini eğitim sonucu, dinsel bazı uygulama ve dayatmaları (kadınların örtünmesinde olduğu gibi) yerine getirmeyi kendisinin istediğini söyleyen birisi, gerçek anlamda özgür müdür? Bu türden içsel zorlamalar benliklerimizin özgürce ifadesini katı bir şekilde engellemektedir (6, 7).

Kadercilik

Deterministik görüş çeşitli dinsel inançları benimsemiş kişilerin de yaşamında önemli bir yer tutar; ancak dinsel alanda determinizm farklı bir bakış açısıyla yorumlanır ve “kadercilik” adı verilen bir yaklaşım ortaya çıkar.

AnaBritannica’da “kader” şöyle tanımlanır: Kader, Tanrının tüm insani eylemler de dahil olmak üzere, geçmiş ya da gelecekteki tüm olayları ezelden bilmesini ya da belirlemesini dile getiren bir kavramdır.

Kaderci bir bakış açısını Ömer Hayyam bir rubaisinde şöyle dile getirir: “Ve yazdı yaratılışın ilk sabahı / Ne okuyacaksa kıyametin son şafağı”. Sözlerini Ray Evans’ın yazdığı ve Doris Day’in yorumuyla ünlenen popüler bir şarkıda ise, kader çok hoş bir şekilde şöyle tanımlanmıştır: “Que sera, sera” (Ne olacaksa o olacak veya her şey olacağına varır).

Ancak burada belirtilmesi gereken en önemli husus, kaderciliğin determinizmle aynı şey olmadığıdır; aralarında çok önemli bir fark vardır: Determinizm geleceğin geçmiş tarafından şekillendirildiğini söyler; fakat kaderciliğe göre geçmiş ne olursa olsun, gelecek değiştirilemez. Determinizm geçmiş ve gelecek arasında nedensel bağlantılar öne sürerken, kadercilik bu tür bağlantıları reddeder.

Özetleyecek olursak özgürlük, determinizm ve kadercilik arasındaki fark şöyle vurgulanabilir: “Özgürlük, farklı bir şekilde hareket etmiş olsaydınız, geleceğin farklı olabileceğini öne sürer. Determinizm bunu şöyle cevaplar: Ama farklı bir şekilde hareket etmiş olamazdınız. Kadercilik cevaplar: Farklı bir şekilde hareket etmiş olsaydınız bile, gelecek aynı olacaktı” (8).

Dinler ve özgür irade

a) Hıristiyanlık açısından özgür irade
Hıristiyan teolojisine göre Tanrı, insanı kendi suretinde yaratmış ve ona özgür irade armağan etmiştir. Adem ve Havva kendilerine yasaklanan bilgi ağacının meyvesinden yerken (ilk günah) bu özgürlüğü kullanmışlar, fakat ceza olarak cennetten kovulmuşlardır.

Bu özgür irade öğretisine ilaveten bir de ilahi determinasyondan bahsedilir: Tarihsel süreç ilahi bir determinasyona sahip olup Adem soyunun belirli bir hedefi (telos) vardır. Tarihin, bireyin özgür iradesinin belirleyiciliğine bağlı olmadığı, tarihsel gelişim sürecinde rastlantıya yer olmadığı vurgulanır (9).

Protestan görüş bu ikinci yaklaşımı öne çıkarır: İlahi güç dünyada ne olup biteceğini önceden belirlemiştir. Olmuş olan her şey, olması gerekendir. Martin Luther’e göre Hıristiyanlar için Tanrının her şeyi önceden tasarladığına inanmak gerekli ve yararlıdır, özgür irade ise bu inancı yerle bir eder.

Hıristiyan teolojisinde ayrıca Tanrının insani seçimleri önceden bildiği fakat belirlemediğini savunan görüşlerde vardır (Yukarıda AnaBritannica’dan alınan kader tanımındaki “… Ezelden bilmesini ya da belirlemesini…” ifadesine dikkat ediniz.) Bu görüşlere göre Tanrı özgür irademizi nasıl kullanacağımızı bilir, fakat onun bu bilgisi bizi hiçbir biçimde belirlemez. Geleceğin Tanrı tarafından önceden bilinmesi, fakat belirlenmemiş olması güç bir soruna yol açar. Bu sorun, “önceden bilme” ve “özgür irade” kavramlarının nasıl bağdaştırılacağı sorunudur (Ünlü Newcomb paradoksu da bu konuyla ilgilidir).

4. yüzyılın büyük Hıristiyan teoloğu Augustine bu sorunu şöyle çözmeye çalışmıştır: “Tanrı insan davranışlarını önceden bilir ama, gene de insanlar davranışlarında özgürdür… İki türlü zaman perspektifi vardır. Bizler ‘dünyevi’ zamanda yaşıyoruz, fakat Tanrı zamanı da evrenle birlikte yarattığı için bu zaman telakkisini aşar. Tanrı, dünyevi zamanın ötesinde olduğu için insan davranışını önceden bilmektedir…

“Tanrının önceden bilişi, insanın davranışını önceden belirlemez. Tıpkı geçmişteki bir davranışı hatırladığımız zaman, bu davranışı önceden belirlediğimizin söylenemeyeceği gibi. Kendisi bütün zamanın ötesinde olduğu için Tanrı olan her şeyi görmek suretiyle önceden bilir. Fakat biz geçmişteki bir davranışı hatırlamış olmakla, onu ne kadar belirlemiş oluyorsak, Tanrı da olanları o kadar belirlemektedir” (10).

Hıristiyanlığın amansız eleştirmeni Nietzsche Hıristiyanlıktaki özgür irade öğretisi hakkında şunları söyler:

“Bu irade öğretisi esasen cezalandırmak yani suçlu bulmak için uydurulmuştur… İrade psikolojisinin temelinde din adamlarının kendilerine ceza vermek hakkını tanımak istemeleri ya da Tanrıya böyle bir hakkı tanımak istemeleri yatar… İnsanların özgür oldukları düşünülmüştür ki yargılanabilsinler, cezalandırılabilsinler, suçlu olabilsinler… Hıristiyanlık bir cellat metafiziğidir” (11).

b) Müslümanlık açısından özgür irade

Müslümanlıkta da Hıristiyanlıkta olduğu gibi bu konuda bir “kafa karışıklığı” olduğunu söyleyebiliriz. Müslümanlıkta irade özgürlüğü konusunda iki uzlaşmaz eğilim vardır:
Bu eğilimlerden biri “kaderiye” olarak bilinir ve insanın irade özgürlüğünü savunur (Bu isim ters yönde bir çağrışım yapar, fakat Arapçada “kader” yapabilme gücü anlamına da gelmektedir). Diğeri ise “cebriye” akımıdır ve insanın bütün eylemlerini Tanrının belirlediğini öne sürer.
Kaderiyenin temelini, Tanrının kimseye adalete aykırı davranamayacağı ilkesi oluşturur. Eylemlerinden sorumlu tutulduğuna göre, insanın irade özgürlüğü olmalıdır; aksi halde eylemlerinin hesabını vermeye zorlanması adalete aykırı olur.
Cebriyeyi savunanlar ise adalet sorununu yanıtsız bırakarak, insana irade özgürlüğü yakıştırmanın, Tanrının her şeye gücünün yettiğini yadsımak anlamına geldiğini savunurlar.
Bazı itikadi mezhepler (eş’ariye, maturidiye gibi) bu iki uç arasında uzlaştırıcı bir yol bulmaya çalışmıştır. Örneğin eş’ariler insan aklının hakikate ulaşmasının olanaksız olduğuna inanır ve akıldan çok vahye ve imana önem verirler. Bazı kelam bilginleri ise hem kaderiyeyi hem de cebriyeyi sapkınlık saymışlardır (AnaBritannica).

Varoluşçuluk ve özgür irade

Bazı düşünürler özgür irade ve determinizm çatışmasının ortaya koyduğu bu “gordiyon düğümü”nü çözen kişinin Jean Paul Sartre olduğunu ileri sürmüştür. 20. yüzyılda özgür iradenin en tanınmış savunucusu Sartre olmuştur. Sartre’a göre özgür olmamız her zaman bilincinde olduğumuz temel bir gerçektir. Varoluşçuluk akımının en önemli filozofu olan Sartre’ın görüşlerini, onun çok ünlü iki sözünü ve bu sözlerin yorumlarını vererek özetlemeye çalışalım (Bu yorumlar gene Sartre’a aittir):
“Varoluş özden önce gelir”: “İyi, ama ne demektir bu? Şu demektir: İlkin insan vardır, yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır… Varoluşçuya göre insan ancak sonradan bir şey olacaktır ve kendini nasıl yaparsa öyle olacaktır… İnsan, nasıl olmayı tasarladıysa, öyle olacaktır… Gelgelelim, gerçekten de varoluş özden önce geliyorsa, insan ne olduğundan sorumludur”.
“ İnsan özgür olmaya mahkûmdur”: “Mahkûmdur, çünkü yaratılmamıştır. Özgürdür, çünkü yeryüzüne geldi mi, dünyaya atıldı mı bir kez, artık bütün yaptıklarından sorumludur” (12).

Sartre’ın bu görüşlerini açımlayan iki alıntı daha yapmak istiyorum:
“Sartre’a göre, hayatımızda ne yapmamız gerektiğini bize anlatan ve bir yaratıcı tarafından konmuş hiçbir ilahi fikir yoktur. Hiçbir nesnel norm ya da talimat olmadığından özgürüz demektir. Bu görüşü açıklamak için şu benzetmeyi yapabiliriz: Bizler bir gösterinin tam ortasında kendisini ansızın sahnede bulan aktörler gibiyiz, elimizde bir senaryo yok, oyunun adını ya da hangi rolde oynadığımızı bilmiyoruz, hatta oyunun bir yazarı olup olmadığını dahi bilmiyoruz. Kişisel olarak bir tercih yapmalıyız, hangi rolü oynayacağımıza karar vermeliyiz ya da derhal çıkıp gitmeliyiz, ancak bu da bir rol seçmek olacaktır” (13).

“Varoluşsal seçimler zor ve acı vericidir. Onlarla yüzleşmemek için dayanılmaz bir istek duyarız. Bu kaçış, başka insanların seçimlerini kabul etmek demektir. Diğer insanların sizden beklediği yaşamı sürdürebilirsiniz, seçme özgürlüğünüz yokmuş gibi davranabilirsiniz. Varoluşsal seçimler yapmaktan bu şekilde kaçmak, yaşamı dolu dolu yaşamakta başarısız olmak demektir. Özgür bir insan olmanın gerçekte ne olduğuna dair bir körleşmedir bu. Varoluşçu filozoflar bu kaçışı mahkûm ederler” (14).

Ancak Sartre’ın düğümü gerçek anlamda çözdüğünü söylemek mümkün değildir. Sartre, deterministik bir dünyada özgür iradenin nasıl mümkün olabileceğini göstermeye çalışmamıştır. Ona göre özgür irade için determinizmin ortadan kaldıramayacağı sarsılmaz kanıtlar mevcuttur. Varoluşçular, özgür olduğumuz duygusunun eşlik ettiği kişisel deneyimleri kanıt olarak gösterir.

Kuantum kuramı ve özgür irade

Fizikçiler dünyanın (daha doğrusu “kozmos”un), farklı yasaların egemen olduğu iki farklı dünyadan oluştuğunu ifade eder. Bunlardan biri doğrudan deneyimlediğimiz, elle tutulup gözle görülen maddeler dünyası olan “makro dünya”dır. Diğeri ise atom ve atom-altı düzeydeki dünya yani atom ve atomu oluşturan parçacıkların (elektron gibi) dünyası olan “mikro dünya”dır.

Bu iki dünya arasında önemli niteliksel farklar vardır. Mikro dünyada sağduyumuza ters gelen fenomenlerle karşılaşmaktayız. Makro dünyada geçerli olan yasalar yani “klasik” fizik, mikro dünyada yetersiz kalmaktadır. Mikro dünyayı bize tanıtan, betimleyen kuram “kuantum” kuramıdır. Kuantum kuramı, insanlığın en büyük entelektüel atılımlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Makro dünyayı betimleyen klasik fizik deterministik dünya görüşünü destekler. Klasik fiziğe göre doğa yasaları nedensellik uyarınca geleceği en ince ayrıntısına kadar belirler. Klasik fiziğe göre evren mükemmel bir saat gibidir. Mikro dünyada ise determinizmin olmadığı anlaşılmıştır. Mikro dünya, şimdiki durumu geçmişinin sonucu olan bir dünya değildir veya mikro dünyanın şimdiki durumu geleceğinin nedeni değildir. Mikro dünya bir saate değil, deyim yerindeyse, bir kumar makinesine benzer. Kuantum kuramının ünlü “Kopenhag yorumu”, mikro dünyada determinizmi reddeder ve mikro dünya fenomenlerine “istatistiksel” olarak yaklaşır. Kuantum kuramının kesinlikler değil, ancak olasılıklar düzeyinde yürüdüğü Heisenberg’in ünlü “belirsizlik ilkesi” ile tam bir açıklık kazanmıştır. Kuantum kuramı, mikro dünyayı yöneten ilkenin “belirsizlik” olduğunu vurgular (15).

Kuantum kuramı deterministik olmadığı için son zamanlarda bazı fizikçiler özgür iradenin bu kuram yardımıyla açıklanabileceğini düşünmektedir. Bu fizikçilerden biri de Danah Zohar’dır. Zohar, bir seçim yapmamızı olanaklı kılan edimin “zihinsel yoğunlaşma” olduğunu iddia eder. Her bir yoğunlaşma edimi bir seçimi, mini bir özgürlük biçimini ifade etmektedir. Zihnimizdeki olası düşünceler içinden hangi düşünceye yoğunlaşacağımızı ise hiçbir şey belirleyemez.
Doğrusu ben, bu yoğunlaşma ediminin mekanizmasını kitaptan anlayabilmiş değilim. Ancak ilginç (ve anlaşılabilir) bulduğum konu, Zohar’ın seçim ve mantık arasındaki ilişkiye getirdiği yorum oldu. Bunu paylaşmak istiyorum:

“… örneğin sigarayı bırakma seçimini ele alalım. Tüm mantığım bana sigaranın zararlı olduğunu söyler, eğer aklımı dinlersem, şüphesiz sigarayı bırakmam gerektiğine karar vereceğim; fakat gene de akla karşı davranmaya, sigara içmeye devam ederim. Ancak bir gün gelir ve sigarayı bırakmayı seçerim, ama neden?
“Kuantum terimleriyle bu ‘neden’in kesin bir yanıtı yoktur. Bütün kesin yanıtlar (yani tüm mantık ve akıl) klasik yapılanmalar olup kuantum dünyası dışındadır… Seçimimizi mantığımız yapmaz, bu deterministik bir düşünce biçimidir. Tam tersine mantığımızı ortaya çıkaran şey, özgür seçimlerimizdir.

Bir seçim yaparken aynı zamanda o seçimi niye yaptığımız için bir neden de yaratırız. Daha sonra mantığımız bu nedeni, seçimimizi açıklamak için kullanır. Sigarayı bırakabilmişsem, “Sigarayı sağlığıma zararlı olduğu için bıraktım” derim. Fakat eğer bırakmayı başaramamışsam, “Bırakamadım, çünkü iradem zayıf” ya da “Bırakamadım, çünkü sigara sinirlerimi yatıştırıyor” gibi bir şeyler söylerim… Seçimler “çünkü”lerden önce gelir, seçim müthiş bir özgürlük anında yapılmıştır” (16).

Ancak Zohar’ın kuantum benliği radikal anlamda özgür değildir. Zohar’a göre her insanın bir “özü” vardır. Herkesin kendine özgü genetik özellikleri, deneyimleri, karakteri vardır ve tüm bunlar seçim “olasılıklarını” etkiler. Nedenler seçimlerimizi belirlemese de, belli bazı nedenler belli bir seçimin olasılığını etkiler.

Şimdi de özgür iradenin varlığını, kuantum kuramına dayanarak savunan görüşlere yapılan eleştirilere gelelim. Temel itiraz şöyledir:

Beyin fiziksel bir sistemdir ve diğer fiziksel sistemler gibi nedensellik yasası uyarınca iş görmelidir. Kuantum kuramınca yapılan açıklamalara göre, benim bir kararım yani zihinsel olduğunu düşündüğüm bir olay, bir şekilde beynimdeki fiziksel süreçler üzerinde etkide bulunmaktadır. Ancak bunun nasıl mümkün olduğu bir sır olarak kalmaktadır. Bu etkinin fevkalade küçük bir ölçekte olması, örneğin bir elektronun davranışındaki son derece küçük bir değişiklikten ibaret olması, söz konusu sırrı zerrece azaltmaz.
Yok, eğer sorumlusu olduğum kararın kendisi zihinsel değil de, fiziksel bir olaysa, tüm fiziksel olaylar gibi onun da nedensel yasalar uyarınca “belirlenmiş” olması gerekir, yani fiziksel yapıdaki bir olay özgür olamaz (17).

Ancak son olarak eklemek gerekir ki, kuantum kuramında son söz söylenmiş değildir. Einstein, kuantum kuramının temelindeki olasılıklı yapıyı, belirsizliği hiçbir zaman kabullenmemişti. Ünlü “Tanrı zar atmaz” aforizmasıyla bunu anlatmak istemiştir (Ancak burada belirtmek gerekir ki, Einstein “Tanrı” sözcüğü ile “doğa”yı kastetmiştir. Kendisine yöneltilen “Tanrıya inanıyor musunuz?” sorusuna, Einstein’ın “Ben, Spinoza’nın Tanrısına inanırım” cevabını verdiğini hatırlatmak isterim. Einstein bir panteistti).
Yeni oluşan bazı düşüncelere göre, aslında bu mikro ve makro dünyalar ayrımı temelden yanlış olabilir. Bizim günlük yaşamımızı da en derinde bu belirsizlikler belirliyor olabilir. Bazı fizikçilere göre “belirsizlik” sözcüğünün yarattığı yanlış izlenimlere karşın, makro dünyada gördüğümüz düzen ve kesinliklerin arkasında kuantum yasaları vardır. Kuantum kuramı aslında bizi doğanın gerçek determinizmine götürmektedir (18).

Sonuç

Tüm bu tartışmalardan sonra varılan sonuç ne olabilir? Öncelikle belirtmek gerekir ki, gerçek bir problemle karşı karşıyayız. İnsanlığın sağduyusu özgür iradenin var olması gerektiğini söylerken, nedensellik temelinde yükselen klasik fizik buna tüm ağırlığıyla karşı çıkmakta ve özgür irade imkânını ortadan kaldırmaktadır. Kuantum kuramı özgür irade savunucularına belki bir kaçış yolu sağlayabilir; fakat ne yazık ki bugüne kadar tatminkâr bir açıklama yapılamamıştır.

Anlaşılan o ki, bilim bir çözüm getirene kadar, deterministik bir dünyada yaşamasına rağmen, insanın özgür iradeye sahip bir varlık olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Ancak halen bunun nasıl gerçekleşebildiğini bilmiyoruz. İleride belki kuantum kuramının daha iyi anlaşılmasıyla veya kuantum kuramını da aşan daha mükemmel yeni bir bilimsel paradigmanın ortaya çıkmasıyla bu problem çözülebilecektir.



Kaynaklar

https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2008/02/01/ozgur-irade-uzerine-bir-deneme/
https://www.filozofunyolu.com/felsefeye-giris/varlik-felsefesi/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Liberteryenizm_(metafizik)#:~:text=Metafizikte%2C%20Liberteryenizm%2C%20%C3%B6zg%C3%BCr%20irade%20ve,ve%20bu%20y%C3%BCzden%20belirlenim%20yoktur.
http://www.olaganustukanitlar.com/metafizik-nedir/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çöp DNA (İnsan DNA' sının %98' i)

Bakım Yönetimi

Matrix Felsefesi ve Platon' un Mağara Alegorisi