Haarp Teknolojisi ve Komplo Teorileri




1. Kaynak


Kıyamet Silahı olarak da bilinen HAARP, Yüksek Frekanslı Etkin Güneşsel Araştırma Programı demektir. Bu program ABD Silahlı Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri ve Alaska Üniversitesi tarafından ortak yürütülür ve iyonosferin özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere kurulmuştur. Araştırma merkezi Alaska’dır. HAARP fikri, ilk kez Sırp asıllı ABD'li bilim adamı Nikola Tesla tarafından ortaya atılmıştır.

Bu projenin hayata geçirilmemesi için birçok ülkede kampanyalar olmuştur. Çünkü HAARP projesi iklim kontrol ve yapay deprem silahı olarak kullanılabilme iddialarından dolayı çok tartışmalı bir konu halini almıştır.

HAARP, Pentagon'un kontrolünde ve ABD ordusunun hizmetinde olan önemli bir projedir.

HAARP'ın yapabileceklerini kısaca şöyle sıralayabiliriz;

1- İklimleri değiştirmek

2- Suni Deprem yaratabilmek

3- İnsan bilincini kontrol edebilmek

4- Sel ve kuraklık oluşturabilme

Elektromanyetik dalgalar üzerine birçok deneyin yapıldığı bu alan uçaklar için çok tehlikelidir. Bu yüzden HAARP tesislerinde, uçak kontrol sistemi kurulmuştur. Herhangi bir uçağın yaklaşması durumunda antenlerin faaliyetleri otomatik olarak durdurulmaktadır. Tesla bu çalışmanın temelini atan kişidir. Tesla iyonosfere gönderdiği radyo frekanslarının çok daha kuvvetli bir şekilde geri döndüğünü fark etmiş ve bunun üzerine çalışmıştır.

Çalışmanın ana işlevi; iyonosfere doğru yüksek hatta çok yüksek radyo frekansları göndermektir.

Haarp tam 180 kablodan oluşur ve toplamda 36 Milyon Watt enerji açığa çıkarır. Amerika'da ise bir elektrik santrali sadece 52 bin Watt kullanabilmektedir. Bu projenin gücünü buradan çok daha iyi anlayabiliriz.

Bu silaha "Kıyamet Silahı" diyenler de var ki haksız sayılmazlar. HAARP, gelişen Teknoloji ile ileride çıkacak olası savaşlarda kullanılabilecek çok tehlikeli bir silahtır. Çünkü HAARP’in özelliklerinden biri, istenilen yerde deprem oluşturabilmesidir. Bu nedenle birçok ülke Amerika’dan HAARP çalışmalarını durdurmasını talep etmiştir.


HAARP İle İlgili Komplo Teorileri


Projenin yapımının 1995 yılında bittiğini ve hemen ardından denek istedikleri en büyük komplo teorilerinden biridir. Bu komplo teorilerine göre HAARP ilk defa "Gölcük Depremi"nde denenmiştir.

Türkiye Eski Başbakanı Bülent Ecevit depremin bir komplo olabileceğini düşünüp araştırılmasını istemişti. Bunu Ecevit rahmetli olduktan sonra bir Tv Programına katılan Afete Hazırlık ve Deprem Derneği Başkanı Ahmet Mete Işıkara açıklamıştır. Deprem sonrası arayıp araştırmasını istemiştir. Depremden önce ve sonra gelişen bir kaç enteresan olay da depremin normal bir deprem olmadığı düşüncemizi sağlamlaştırıyor.

Depremden önce denizde büyük bir ateştopu ortaya çıkmış. Bunu depremden sonra birçok balıkçı doğrulamıştır ve birçok görgü tanığı vardır. Bunun dışında Haarp'ın en büyük belirtisi olan gökyüzü renginin değişmesi de depremden önce herkesin ilgisini çeken bir olaydı. Depremin beklenenden uzun sürmesi, telefonların çalışmaması bunlar hep şüphe uyandıran olaylardır. Haarp ortaya çıkmadan önce bazı belirtiler gösterir. Yani burada tam tersi "Bela geliyorum der"

Artık devir değişti ve savaşlar sessiz oluyor. Deprem bunun en stratejik ve akılcı olanı. "Depremi sadece Allah yapar" yaklaşımı da ne yazık ki artık geçerliliğini yitiriyor. Haarp, namı değer Kıyamet Silahı birçok felakete sebep olmuştur ve böyle giderse olmaya devam edecektir. Bu cihaz genelde hareket halindedir ve sorumlusu olduğu deprem çoktur. Yakın dönemde gerçekleşen ve son zamanın en büyük depremlerinden biri olan Japonya Depreminin de bu korkunç cihazın bir oyunu olduğu düşünülmektedir.

Komplo Teorisyenlerine göre, Gölcük depremi sırasında yaşanan ve acaba deprem bir HAARP saldırısı mı dedirten "tesadüfler":
  • Deprem günü Gölcük'de basit bir devir teslim töreninde ABD'li ve Israil'li üst düzey komutanların oluşu,
  • Deniz üssünde hiç bir Türk subaya giriş izni verilmeyen bir ABD deniz altısının oluşu,
  • Olay daha dünya basınına yansımamışken İsrail'lilerin yardım çalışmalarına başlamış olması,
  • Depremden önce denizde büyük bir ateş topu ortaya çıkması,
  • Gökyüzü renginin değişmesi,
  • Depremin beklenenden uzun sürmesi,
  • Telefonların çalışmaması.

2. Kaynak


Kahramanmaraş depremlerindeki kayıplarımızın büyüklüğü ile ortaya çıkan dramın sarstığı bir dönemdeyiz. Türkiye’de son yüz yılın ortalamasına göre yaklaşık üç senede bir 6.5 büyüklüğünün üzerinde deprem oluyor. 

Maddi ve manevi hasarın boyutu oldukça büyük. Deprem, Anadolu coğrafyasındaki travmatik konulardan biri haline gelmiş durumda. Bununla beraber, teknoloji ilerledikçe daha sağlıklı yerleşim imkanlarını uygulamaktan ziyade tetikleyici harici taraf arayışları ve komplo teorisi tartışmaları da deprem afetleri sonrasında geleneksel hal aldı. Kahramanmaraş depremlerinin de ardından HAARP’ın deprem silahı olarak kullanılmış olabileceğini savunanlar medyada yer buldu.

Atmosferik koşulların elektromanyetik alanlarla değiştirilmesi konusunda tarihsel süreçte en çok çalışma yapılan ülkelerden biri Rusya’dır. Komplo teorisyenliği tarafında, ak-kaşık (!) “Rus uzmanlar da bu konuda uyarmıştı” gibi tuhaf iddialar bile ortaya atıldı. Dezenformasyona açık olan bu konunun rakamsal değerlendirmesi ve gelecekteki stratejik yönünü burada kısaca aktarmak istedik.

HAARP’ın kökenini merak edenler, yine Alaska Fairbanks yakınlarındaki HIPAS (High Power Auroral Stimulation) projesi, 1960’lı yıllardaki ABD ulusal bilim fonu (NSF) önerileri (örneğin) ve Texas’lı Dr. Bernard J. Eastlund’ın patent ve iddialarını incelemeliler. 

Elektromanyetik iyonosfer gözlem ve yapılandırma sistemi çalışmaları Soğuk Savaş döneminde Sovyet-Rusya’nın ilgi alanlarından biriydi. Sonrasında bu konuyla ilgili olarak ABD başta olmak üzere başka ulusal ve uluslararası araştırma tesisleri de kurulmuştur. HAARP bunların en dikkat çekicisi olduğu için komplo teorisyenlerinin hedefi olmakla birlikte, elektromanyetik dalgalarla iklim düzenleme gibi faaliyetlerin halen Rus kökenli firmalar tarafından ticari faaliyetlerinde hizmet olarak pazarlanmakta olduğuna dikkat edilmelidir. Örneğin Rus girişimci M. Lavrov, Dubai merkez ve sermayeli bir şirket kurarak bu hizmetin kripto parasını bile piyasaya sürmüş durumdadır.

HAARP’la ilgili bilimsel ve teknolojik çalışmalarda Prof. Dr. Ümran İnan (Stanford/Koç Üniversitesi) da dahil yüksek atmosfer fiziği ve elektromanyetik dalgalar konusunda çok sayıda bilim insanı yer almıştır.




HAARP, 1999 yılında toplam 0.96 MegaWatt verici gücünde 6x8 düzeninde 48 antenli konfigürasyonu ile 3.10 MHz arasında yayın faaliyetine başladı. Tesis, 2007 yılında 10x15 düzeninde 150 anten ile günümüz kapasitesine getirildi. Tam kapasitede 0.96x150/48=3.6 MegaWatt verici gücündedir. HAARP’ın iki anten sahası bulunmaktadır. Bunlardan resimde görüleni 360mx280m boyutunda ve 3.6 MegaWatt gücünde olanıdır. Bu anten alanına yaklaşık 800 metre mesafede sistem kontrol, gözlem ve araştırma binası yer almaktadır.

Öncelikle komplo teorisyenlerinin HAARP’le ilişkilendirme motivasyonlarını ele alalım ve sonrasında da depremle ilişkili enerji miktarlarının büyüklüğünü karşılaştıralım.

Deprem tahmin araştırmalarında hayvanların davranış bozukluklarından GPS konum sapma anomalilerine kadar yüze yakın parametre incelenmektedir. Ancak bunların önemli bir kısmı ekstra düşük frekanslı (ELF) ve hatta altındaki aralıklardaki elektromagnetik ve iyonizasyon/elektrostatik değişimlerle ilgili olduğu görülmektedir. 

Yüzey elektrik alanlarının günlük normal değişimlerinin periyodik ve periyodik olmayan bileşenleri bulunmaktadır. İnsan elektro-kardiyogramlarında kalp ritim bozukluğunun ölçümünde periyodik bileşendeki anomaliler ile kalp hastalıkları arasındaki ilişki belirlenmektedir.

HAARP istasyonundaki en önemli ve en meşhur cihaz IRI'dır. Bu cihaz yüksek frekans bandında çalışan yüksek güçlü bir radyo vericisidir. IRI ile iyonosferin sınırlı bir bölgesi uyarılabilir. VHF ve UHS radarı, fluxgate manyetometresi, digisonde (bir iyonosferik ses cihazı), indüksiyon manyetometresi gibi diğer araçlar IRI tarafından uyarılan bölgedeki fiziksel süreçlerin incelenmesi için kullanılır. Merkezde yüksek frekansta radyo sinyali yayınlayabilen toplam 180 adet anten bulunmaktadır. IRI ile iyonosferi anten gibi kullanarak düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar yaratılabilir ve zayıf kutup ışıkları benzeri parlamalar elde etmek olanaklıdır.

İnsan EKG’si ile teşhise göre deprem anomalileri konusunda bir karşılaştırma yapılırsa, zorluk yaratan önemli bir fark ortaya çıkmaktadır. Yerin üst katmanı olan litosferdeki yüzeye yaklaştıkça özellikle sedimanter yapının yöresel olarak farklılık göstermesine bağlı olarak periyodik bileşen örüntülerini de farklılaştırmaktadır. Bu nedenle insanların birbirlerine EKG’deki ritim bozukluklarından farklı bir şekilde yöreye özgün örüntü anomalileri oluşmaktadır.

Bu nedenle deprem tahmin araştırmalarının, büyük depremlerin periyotları da dikkate alınarak uzun süreli veri toplamaya bağlı sonuçları ile gerçekçi başarım değerlendirmeleri mümkündür. İlerleyen yapay zekâ teknikleri derin model aktarımlı öğrenme (deep transfer learning), derin muhakeme gibi tekniklerle farklı fay yapılarının ortak özelliklerini daha iyi analiz etmeyi de sağlama imkânı getirmektedir. Ancak bunun için de gözlem nokta sayısı artışı ile veri miktarını arttırmak gereksinimi oluşmaktadır. Türkiye’de bu konuda bizlerin de içinde olduğu araştırma projeleri bulunmaktadır.

HAARP anten sisteminden üretilen enerjinin tümünü deprem ihtimali olan bir fay hattına kayıpsız aktarma imkânı bulunmamaktadır. Aşağıdaki tabloda kayıpsız aktarma mümkün olsaydı ve fay hattında pozitif geri-beslemeli bir şekilde rezonans ile %100 verimlilikle depolanabilseydi HAARP’ın kaç gün çalışması gerektiğinin hesabı görülmektedir. %100 verimlilikle aktarım ve %100 verimlilikle depolama mümkün olmayacağı için gerçekteki değer bunun 100 ile 1000 katı arasında çıkabilir.

Nitekim Dr. Eastlund’ın patent başvurusundaki anten sayıları da HAARP’ın mevcut alanındaki miktarın 50.100 katı aralığını işaret etmektedir. Dr. Eastlund HAARP projesinde resmi olarak yer almamakla birlikte patent ve HAARP arasında bazı benzerlikler de söz konusudur. Tablodaki hesaba göre 7 büyüklüğünde bir deprem için 20 yıla yakın HAARP tesisinin çalışması gereklidir ki, ideal olmayan koşul değerlerini dikkate alırsak bu 1000 yıla kadar varabilir.

HAARP mevcut gücüyle (3.6MW) yaklaşık 15 yıldır işletilmektedir ve bunun iki yılı (2013-2015) çalıştırılmamıştır.



Buna karşı bir görüş şu şekildedir: Depremin olması için yeterli enerji birikimi var ise HAARP ya da benzeri diğer sistemlerle bunun tetiklenmesi sağlanabilir mi? Diğer bir deyişle örneğin yıkıcı bir depremin istatistiki enerji birikim periyodu 300yıl ise son %1’lik kısmına girildiğinde deprem üç yıl sonra yerine üç yıl önce tetiklenerek, siyasi ya da askeri önemi olan bir tarihte yapılamaz mı?

Burada komplo teorisyenleri başka argümanlar da ortaya koyabilir. Örneğin atmosferde, iyonosfer üzerinden başka bir noktaya enerji aktarımı için atmosferik Schumann Rezonansında olduğu gibi bazı kanal (kavite) rezonanslarının kullanımı mümkün olabilirse bunun için de karşı tarafta yer referansı gerekebilecektir. Kısacası deprem öncesi ABD gemisinin gelmesi ile ABD gemisinin enerji vermesi değil yer referansı olarak uzaktaki kaynağın ayarlanması (tuning) için ölçüm göndermesi mümkün müdür diye soran da çıkabilir. Nikola Tesla ile ilişkilendirilen atmosferden enerji iletimi konusu da kısmen bununla ilgilidir.

Pratikte İyonosefer üzerinden elektromanyetik dalgaların iklimsel başka etkileri öne çıkmakla birlikte, deprem tetikleme konusundaki komplo teorileri halen zorlama bir durumdadır. Çünkü yıkıcı bir deprem genellikle 7 büyüklüğünün üzerindedir ve bunların 200yıl-500yıl aralığında yoğunlaşan periyotlarında standart sapması, yani ortalamaya göre değişkenlikleri de yüksektir. Bu büyüklükteki depremler için istatistiki periyot sapması ±20.50yıl aralığını bulabilir.

Deprem için elasto-plastik model yaklaşımı ile bir yay benzetimi yapılarak enerji biriktirme hızı dikkate alınırsa gerçekte olmayan %100 verimli aktarım ve depolama modeline göre bile HAARP’ın tetiklemesi için 10yıllarca çalıştırılması gerekliliği anlamına gelir ki HAARP özelinde bu mümkün değildir. HAARP tesisi, ABD hava kuvvetlerinden 2015 yılında Alaska Fairbanks Üniversitesi’ne sivil işletme olarak devredilmiştir (arazi mülkiyeti hariç).

HAARP’tan daha etkili alternatif deprem tetikleme modeli olup olamayacağı konusunu herkese açık ortamlarda tartışmak da zemine uygun bina gibi konulardan daha önemli değildir; provokasyonlara karşı güvenlik açısından da sakıncalıdır.



Diğer yandan HAARP’tan daha güçlü ve farklı amaçlarla kullanılan farklı coğrafyalarda bulunan sistemler olabileceği, bunları işletenlerin HAARP komplo teorilerini kamuflaj olarak kullanabileceğini dikkate almak gerekir.

Dr. Eastlund’in patentinde şu ifadeler yer almaktadır:

“Bu buluş, olağanüstü çeşitlilikte olası sonuçlara ve potansiyel gelecekteki gelişmelere sahiptir. Atmosferin geniş bölgeleri beklenmedik şekilde yüksek bir irtifaya kaldırılabilir, böylece füzeler beklenmedik ve planlanmamış sürükleme kuvvetleriyle karşılaşarak bunun sonucunda yıkım veya sapma meydana gelebilir. Hava durumunu değiştirmek, örneğin, bir mercek veya odaklama cihazı görevi görecek bir veya daha fazla atmosferik parçacık bulutu oluşturarak üst atmosfer rüzgar modellerini değiştirerek veya güneş absorpsiyon modellerini değiştirerek mümkündür.”

Kayaçlardaki gerilme-şekil değiştirme ile elektriksel değişimler arasında faydalı olarak da kullanılabilecek özellikler olduğunu da belirtmek gerekir. Piezo-elektrik, termo-elektrik, dielektrik malzeme değişiklikleri gibi çok sayıda özellik yüzeydeki elektrik alan üzerinde etkilidir. Aşağıdaki şekilde bir hidrolik pres altındaki test numunesinin (S) mekanik yüklenmesi sırasında, yük hücresindeki stres değişimi ile iki yanındaki elektriksel potansiyel farkın (Voltaj) benzer örüntüler oluşturduğu görülmektedir. Bu özelliğin fay hatlarında insan EKG’si gibi deprem öncesi anomalilerin belirlenmesinde kullanılabilmesi üzerine de araştırma projeleri bulunmaktadır.

Bunların uygulama detayındaki zorluk ve çözüm yöntemleri geniş kapsamlı bir konu olduğu için başka yazılarda değinmek daha doğru olacaktır.


Ancak burada belirmek gereken önemli bir husus, yer seviyesinden çekirdek doğrultusunda derine inildikçe sıcaklık artmaktadır. Magmatik sokulum durumuna göre 10.20km derinliklerden sonra Curie sıcaklığı aşılmış olacağı için stres değişiminin elektriksel etkileri azalmaktadır. Bu nedenle de ülkemizde olduğu gibi sığ (20km’den sığ) ve büyük depremlerin yüzey anomalilerinin gözlenebilirliği daha yüksektir.

1990’lı yıllarda planlanmasından tam kapasite ile çalışmaya başlayıncaya kadar (2008) HAARP için ABD’nin harcadığı proje bütçesi 250 milyon Dolar’dır. HAARP araştırmaları sırasında sıra dışı olaylarla da karşılaşılmıştır. Bunlardan biri HIPAS’la ilişkili olduğu da belirlenen Dr. Alfred Wong’un son zamanda çok popüler bir konu olan füzyon enerji üretimi ile ilişkisidir. Dr. Wong atmosferik plazma gözlemleri sırasında ortaya çıkan enerjinin geleneksel modellere uymadığından yola çıkarak füzyon ilişkisini araştırmaya başlamış ve ABD’de hakkında sahtecilikle suçlanan soruşturma açılmıştır.

Diğer yandan bahçesinde küçük bir füzyon reaktörü prototip girişimi tespit edilmiş ve daha da ilginç yönü, Çin’li yatırım fonu, bir offshore şirketi üzerinden Wong’un girişimini finanse etmeye başlamıştır. Tüm bunların arkasında, Wong’un ABD’de HIPAS/HAARP gözlem verilerinden elde edilen stratejik bilgileri Çin’li taraflara aktarması konusunun ABD açısından risk olarak görülmesi de ihtimal dahilindedir. ABD gayri safi milli hasılası yüksek bir ülke olsa da vergi verenlerin 250 milyon Doları’nı ancak önemli çıktı beklentisi olan bir proje ya da tesise harcayacağı açıktır. Dolayısı ile HAARP’ı deprem dışındaki atmosferik yapılandırmaya yönelik araştırma faaliyetleri ve sonrasındaki başka projelere girdi sağlamış olması bakımından değerlendirmek daha doğrudur.

Aşağıdaki resimde görülen Zmiev İstasyonu, Sovyet-Rusya döneminde iyonosfer araştırmalarında kullanılmıştır ve gücü 25MWatt olduğu belirtilmektedir (HAARP’tan 7 kat daha güçlü).


Şu an devre dışı kalan bu istasyon halen (!) Ukrayna sınırları içindeki Harkov kenti yakınlarındadır. Ancak Rus ekolünden gelen ekiplerin kontrolünde en az iki tane daha atmosferik yapılandırma amaçlı elektromanyetik dalga yayıcı istasyon bulunmaktadır.

CGCT (Climate Global Control Trading) şirketi Dubai’de yatırım bulmuş bir Rus teknolojisidir.



Bu şirket 100km x 100km ve daha büyük alanlarda bulut arttırma ve sıcaklık düşürme hizmetleri verdiğini ilan etmiştir. Bu hizmet yaygın olarak bilinen fakat verimliliği hep tartışma konusu da olan uçaktan buluta kimyasal madde ekimi ile yağmur sağımından farklıdır. Çünkü elektromanyetik dalgalarla, bulut olmayan yerde de bulut oluşturma ve yağış taahhüdü vermektedir. CGCT Aral görülünün tekrar geri kazandırılması gibi proje anlaşmalarını sitesinden ilan etmiştir. İklim yapılandırma hizmetlerini ilkim Kronu (Climate Cron) adını koydukları kripto varlık ile vermektedir. Bunların başarımının gerçekliğinin sınanması ancak uzun yıllar istatistiğine göre işlem yapılan zaman aralığında (örneğin 1-2 yıl) sapmanın incelenmesi ile mümkün olabilir.

CGCT’nin rakipleri de bulunmaktadır. Örneğin resimde internet sitesinden bir görüntü olan Weahterlab bunlardan biridir.



Weatherlab farklı frekanslarda benzersiz elektromanyetik dalgalar ile, atmosferik akışları, yönetme, kontrol etme, atmosferik bir duvar “kuvvet alanı” oluşturma, atmosferik tüneller oluşturarak mevcut hava süreçlerini yönetme iddiasındadır. Şirket, bulutlandırabildiği gibi ters siklon etkisi ile bulutsuzlandırabildiği iddiasını da ortaya koymaktadır.

Atmosferdeki iyonosferi olayların izlenmesi ve depremler ile ilişkilerinin analizi konusunda akademik camiada da küresel ve ulusal projeler bulunmaktadır.



Bunlardan bir tanesi aşağıdaki resimde görülen SüperDARN sistemi ile Kuzey ve Güney Yarıküre’deki iki istasyondan iyonosfer olaylarının izlenmesi üzerinedir. İlgili bir bilimsel makaleden alınan resimde deprem-tetikli dalga etkisi de özellikle belirtilmiştir. Bu şirketin iletişim bilgisinde Tel-Aviv / İsrail bulunmasına karşın, bunların da Rus kökenli olabileceği belirtilmektedir.

1999 depremi sonrasında İTÜ’de başlatılan Elektrostatik Kayaç Gerginlik İzleme Sistemi’ne dayalı olarak 2021 yılında TÜBİTAK bu gözlem verilerinin yapay zekâ yöntemleriyle analizine dayalı bir deprem risk tahmin araştırma projesini de desteklemiştir.

Aşağıdaki resimde görülen grafik 6 Şubat 2023 günü Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremler öncesinde komşu fay sistemindeki iki uzak noktadaki gözlem istasyonlarında alınan yaklaşık beş aylık veridir.


Uzun yıllar grafikleri ile karşılaştırıldığında 68 gün öncesinden başlayan bir anomaliden bahsetmek mümkündür. Ancak bu gözlemin 6 büyüklüğündeki bir deprem mi yoksa 7 büyüklüğündeki bir depremle mi ilişkili ya da yeri konusunda erken uyarı yapacak düzeyde güven seviyesine henüz erişilememiştir. Diğer yandan, bu projelerde elde edilen anomali örüntüleri ile deprem ilişkilerinin, tahmin (kısa vadeli) araştırmaları bakımından ilerleme gösterdikleri dikkate alınarak veri toplama sürekliliğinin sağlanması gerekir.

6 Şubat 2023 04:17’de meydana gelen Pazarcık depremi, karasal merkez üssü ve sığ olmasına bağlı yüksek yüzey ivmeleri itibarıyla yaşam alanlarını vuran bilinen depremler içinde en büyüklerden biridir.



1976 yılında Çin-Tangshan’de meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki deprem, 300.000kişinin üzerinde ölüm ile son 100 yılın en ağır kayıplı deprem felaketi olmuştu. Pazarcık depremi 7.7 büyüklüğünde ve merkez üssü yalnızca 7km derinlikte (ya da sığlıkta) gerçekleşti. Resimde görüldüğü üzere 1999’depremindeki gibi Kahramanmaraş depremlerinde de 3m’nin üzerinde (H. Sözbilir) hatta 4m mertebesini geçen yüzey atımları belirlendi.

Sığ depremlerde yüzey ivmelerinin yüksekliği nedeniyle şiddet ve dolayısıyla hasar artabilmektedir. 1939 Erzincan depremi, Kahramanmaraş kadar sığ olmasa da 7.9 büyüklüğünde ve 20km derinlikte gerçekleşti. Erzincan depreminde 110.000’e yakın insanımızı kaybettik. Okyanuslarda çok daha büyük depremler meydana gelmesine rağmen, pek çoğunda depremden ziyade deprem sonrası Tsunami can kaybını arttırıcı neden oluyor. Bunlar içinde 9.2 büyüklüğündeki 2004 Sumatra depreminin de merkez üssü deniz alanındaydı ve 9 dakika sürdü. 230.000’den fazla kişi öldü. Sumatra depreminde ölümlerin yaklaşık %20’si deprem sırasındaki bina yıkılması gibi yapısal nedenlerle gerçekleşti. Ölümlerin %80’e varan kısmı deprem sonrasında geniş bir coğrafyaya yayılan Tsunaminin kıyı şeridini vurması ile gerçekleşti.

Japonya’da da gerçekleşen depremlerden Türkiye’dekileri gibi merkez üssü karada ve 30km’den sığ olanlarda (örneğin 1995 Kobe) hasar büyük oldu.




6 Şubat günü yalnızca Pazarcık depreminde açığa çıkan enerji, 7.3 büyüklüğündeki 1995-Kobe depreminde açığa çıkan enerjiye göre yaklaşık 4 kat daha fazladır. Buna karşın, fotoğraflarda görüldüğü üzere Kobe Depremi sonrası kentin kritik alt yapısı büyük hasar gördü, deprem sonrası yangınlar hasarı büyük oranda arttırdı ve 200milyar Dolar’dan fazla maddi kayba neden oldu.

Sığ depremlerin hasar vericiliği kadar önemli başka bir yönü ise yerin kabuğunun üst katmanı olan litosfer atmosfer ile etkileşimlerinin daha gözlenebilir olmasıdır. Diğer bir deyişle gel-git etkisi gibi astronomik etkiler, yer altı sularının yer değiştirmesine bağlı anomaliler ve yer yüzünde ya da yakın atmosferinde görülebilecek elektromanyetik anomalilerin ilişki oranı sığ deprem üretebilen bölgelerde daha fazla olarak gözlenmektedir.

Türkiye’de 7 büyüklüğünün üzerindeki sığ depremlerin ortalamaya göre kayda değer bir kısmının Ay’ın 404.000km üzerindeki mesafede bulunduğu tarihlere denk gelmesi de dikkat çekicidir. Derin deprem mekanizmalarında Curie sıcaklığının aşılması ile kayaçlarda piezoelektrik ve termomanyetik özellik azalmaktadır (Depth of curie temperature in continental shields: a compositional boundary? - Nature). Zira yerin merkezine doğru sıcaklık sürekli artmakta ve iç çekirdekte 5200°C’a ulaşmaktadır. Bu nedenle elektromanyetik yüzey anomalilerinin aynı büyüklükteki sığ depremlerde daha belirgin olduğu düşünülmektedir. Başka bir bakış açısıyla da aslında insanoğlu olarak madencilik, dağcılık gibi nedenlerle yaşamsal ilişki alanımız olan yer yüzeyinden +5000m’lik yükseklik ve -5000m derinlik yer kürenin yarıçapına oranla yalnızca %0.1’den küçüktür. Gezegen boyutunda baktığımızda soğan zarı kadar ince bir yaşam alanımız var ve birbirimizle tüm kavgayı burada veriyoruz.

Sonuç olarak atmosfer üzerinden elektromanyetik dalgalar veya iyonizasyon ile Kahramanmaraş-Pazarcık depremini Gakona’daki HAARP sistemi ile tetiklemek pratikte uygulanabilirlikten uzaktır. 

Pazarcık depremi jeolojik periyotları ile uyumlu ve uzmanlarca da tahmin edilen yaklaşık zamanlama ile gerçekleşmiştir. Sığ deprem oluşturan fayların mekanizmasına göre (atım yönü vb.) özellikle bazı astronomik ve geodinamik periyotlarda artan duyarlılıkla, elektrik alanlarla karşılıklı (reciprocal) etkileşimi (interaction) derin fay sistemlerindekinden farklılık gösterebilir. Çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar ve elektrik alan örüntülerinin özel sondalarla, deprem öncesi atmosferik anomalilerin sınıflandırılması yanında bazı deneysel aktif sistemler ile de iklim ve meteorolojik hadiselerin yönetilebilirliği, üzerinde çalışılan araştırma konularıdır.
 

3. Kaynak


HAARP, Dünya’nın atmosferinin en üst kısmı olan iyonosferi inceleme amacıyla kurulmuş bir deney tesisi. İyonosfer, yeryüzünden 60-80 km yükseklikten başlayıp, 500 km yüksekliğe kadar uzanabilen bir katmandır. Güneşin UV ve X ışınları ile kozmik ışınlar bu katmandaki atomların bazılarını iyonlaştırır, yani elektronları atomlardan koparır. Serbest kalan pozitif ve negatif elektrik yükleri, iyonosferi çok iyi bir iletken haline getirir. 

Dünya’nın çevresindeki manyetik ve elektrik alanların değişimleri, güneş fırtınaları gibi etmenler iyonosferde değişikliklere sebep olabilir. Yine bu iletkenliği sebebiyle, radyo dalgalarını bir ayna gibi yansıtabilir.



İyonosfer şeması. Dünyaya göre kalınlık abartılmıştır. (NOAA. Türkçeleştirme: Tuğsan Topçuoğlu)

İyonosferin incelenmesi birkaç bakımdan önemli. 

Birincisi, şiddetli güneş fırtınalarının iyonosferde elektrik akımları yaratarak yeryüzündeki iletim hatları, petrol ve gaz boru hatları gibi uzun metal yapılarda arızalar yaratması. 

İkinci bir sebep, iyonosferin atmosfer ve manyetosfer arasındaki bağlantıyı sağlıyor olması. Dünya ve çevresindeki uzayın fiziğinin tam bir resminin çıkarılabilmesi için iyonosferin iyi anlaşılması gerekiyor.

Daha pratik nedenler de var. İyonosfer, iletkenliği sebebiyle, ELF ve VLF bandındaki radyo dalgalarının yansıyıp geri döndüğü bir ayna gibi davranır (ama belli bir frekansın üstündeki dalgaların geçişini engellemez). Bu özelliği sebebiyle, normalde ufuk çizgisi altında kaldıkları için birbirini göremeyen bölgeler arasında bile AM radyo iletişimi sağlanabilir. Ancak iyonosfer sabit bir küre değil. Atmosfer durumuna, güneş ışığına, sıcaklığa ve başka etkenlere bağlı olarak yukarı çıkar, aşağı iner, bölgesel şartlara göre yerel değişkenlikler gösterir. Bu değişimleri takip etmek ve anlamak, iletişim gibi pratik ihtiyaçlar için önemli.

İyonosferi doğrudan incelemek pek kolay değil, çünkü hem meteoroloji balonlarının çıkamayacağı kadar yüksek ve seyreltik, hem de uyduların inemeyeceği kadar alçak ve yoğun. İyonosfer araştırmaları genellikle yer gözlem istasyonlarında, elektrik ve manyetik alan alıcılarının sinyallerini yorumlamaya dayanıyor. Ama uzaydaki akımlar, güneş rüzgarı değişimleri, yıldırımlar ve daha bir çok şey iyonosferin dinamiğini etkiliyor. Bu karmaşanın içinden farklı etkileri ayrıştırmak zor. İyonosfere kontrollü bir fiske vurup ardından oluşan değişimleri analiz ederek fiziksel süreçleri ayrıştırmak nispeten daha kolay.

HAARP tam da bu amaçla tasarlanmış bir araştırma programı. Tesiste bulunan 130 dönüm arazide kurulu yüksek güçlü radyo verici dizisi (IRI), iyonosfere yüksek frekanslı radyo dalgaları gönderiyor. Bu dalgalar iyonosferde bulunan serbest elektronları ısıtarak, doğal olarak gerçekleşen küçük dalgalanmaların benzerini yaratıyor. Bu dalgalanmaların yarattığı küçük elektrik ve manyetik etkiler hassas araçlarla ölçülüyor. Bu çalışmalar pek çok bilimsel yayında kullanıldı.

HAARP bu yöntemi kullanan ne tek ne de ilk proje. Örneğin Norveç’de bulunan EISCAT, Porto Rico’daki Arecibo, Rusya’daki Sura tesisleri yine aynı amaçla, HAARP’dan daha önce kurulmuş tesislerdir. Arecibo hariç hepsi manyetik kutba yakın ıssız bölgelere yerleştirilmiş. Bunun sebebi, manyetik kutup bölgelerinden geçen manyetik alan çizgilerinin, “Van Allen kuşağı” denen nispeten yoğun parçacıklı uzay bölgesine ulaşıyor olması. Böylelikle bu bölgede iyonosfere yapılan bir etkinin uzaydaki manyetik alan çizgileri boyunca ilerlerken nasıl sonuçlar doğurduğu da incelenebiliyor (örneğin, Gołkowski vd. 2008)

Bu yöntemle iyonosferi ısıtmanın çevresel etkileri olup olmadığını merak edebilirsiniz. HAARP tam kapasiteyle çalıştığında 3,6 MW güçte radyo dalgası gönderebiliyor. Bu enerji bizim teknolojik ölçeğimizde büyük sayılabilir ama Dünya ölçeğinde çok önemsiz kalıyor. Karşılaştırma olarak, Güneş’ten gelen ışımanın HAARP tesisiyle aynı genişlikteki (130 dönüm) bir alana düşen gücü 100 MW’dan fazladır.

Kaldı ki iyonosfer çok büyük hacimli, sürekli karışan, kendisini termal dengede tutan dinamik bir sistemdir. Gönderilen bir ışının ısıtma etkisi birkaç dakika içinde dağılarak ortadan kalkar.


HAARP ve ABD ordusu ilişkisi


HAARP bugün bir sivil araştırma kurumuna bağlı olsa da, kurulduğu 1993’den 2014 yılına kadar ABD Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri tarafından yönetilmişti. Ama bu, HAARP’ın bir silah olduğunu göstermiyor. ABD ordusu, uyduların güvenliğini sağlamak için manyetosfer ve iyonosfer fiziği çalışmalarına eskiden beri bütçe ve insan gücü ayıragelmiştir.

HAARP’ın kuruluş nedenleri arasında askeri amaçların da bulunduğu şüphesiz. Açıklanmış belgeler içinde iki temel amaç görülebiliyor: Birincisi, iyonosferde yaratılan ELF dalgalarının yeryüzünün her yerine dağılabilme yeteneğini kullanarak iletişim kurmak. ELF dalgaları deniz suyuna nüfuz edebilme özelliğine sahip olduğu için denizaltılara mesaj göndermek mümkün olabiliyor. ELF dalgalarının bilgi taşıma kapasitesi çok düşük olduğu için bu mesajlar çok kısa olmak zorunda tabii.

İkinci amaç uzay güvenliği ile ilgili. Van Allen kuşağında biriken yüksek hızlı elektronlar, o bölgedeki uyduların elektronik devrelerini bozabiliyorlar. HAARP’ın iyonosferi ısıtması ile elde edilen ELF ve VLF dalgaları, manyetik alan çizgilerini “silkeleyerek” o bölgede hapsolmuş elektronların temizlenmesini sağlar.








Bu amaçlara ne kadar ulaşıldığı meçhul; ama sadece yirmi yıl içinde programın bütçesinin kesilip, tesisi sivil bir kuruma devretmelerine bakarak, askeri açıdan çok önemli sonuçlar elde edemediklerini tahmin edebiliriz.

Özetle HAARP, iyonosfer tabakasını deneysel bir yaklaşımla incelemek için kurulmuş radyo verici sistemlerinden biri. Askeri yatırımla kurulup büyütüldükten sonra sivil bir kurum olan Alaska Üniversitesi – Fairbanks’e devredilmiş. Askeri açıdan ne kadar fayda sağladığı bilinmese de, temel bilim araştırmaları için çok değerli veriler sağlamış.

Nasıl oldu bilinmez, birçok benzeri bulunan bir araştırma tesisi, birçok uçuk komplo teorisinin odağına yerleştirildi. Şimdi bunlara bir göz atalım.


HAARP ile yapay deprem yapılabilir mi?


1999 Gölcük depremi sonrasında HAARP teorileri ortaya atılmıştı. 2010’daki Haiti depreminin de ABD’nin işi olduğu Venezuela devlet televizyonunda iddia edilmişti. Birçok büyük depremden sonra, o depremin bir “tektonik silah denemesi” olduğunu iddia edenler çıkar, aşağıdaki 2012 tarihli OdaTV manşeti gibi. (Söylemeye gerek yok, ABD’de HAARP hakkında haber yapılması yasak filan değil.)


Bu iddialar yeryüzündeki süreçlerin gücünü küçümseyip, insan teknolojisinin gücünü çok abartan güçlü muhayyilelerin ürünü. Yerkabuğunu oluşturan plakalar, onları iten olağanüstü kuvvetlerin etkisi altında itişip sürtüşürken birbirlerine takılırlar. Aşırı zorlandıklarında da kırılarak koparlar. Bunun oluşturduğu sarsıntıya deprem deriz. Fay hatlarındaki kırılmalar genellikle yerin kilometrelerce derinlerinde olur.

HAARP’ın bütün enerjisini bir noktaya odaklasanız, bir çakıl taşını bile yerinden kıpırdatamazsınız. Kilometrelerce derinde, inanılmaz şiddetteki kuvvetlerle birbirine dayanmış yerkabuğu parçalarını oynatmak ise hepten imkansız. Bunu yapabilecek teknoloji ve enerji dünyada mevcut değil; çok uzun zaman boyunca da olmayacak. Bir şekilde bunun mümkün olduğunu hayal etsek bile, Marmara’daki gibi karmaşık ve birbirini zincirleme etkileyecek bir fay sisteminde istenilen yerde istenilen şiddette bir deprem oluşturmak imkansız olurdu.


Sonsöz


3 kaynaktan da HAARP teknolojisiyle ilgili yazıları paylaştım. 

Haarp ile yapay bir deprem üretmenin imkansıza yakın olduğunu anlıyorum. Ancak suni depremler Haarp ile değilde başka bir teknolojiyle de üretilebilir. Petrol araştırma faaliyetleri (kuyu bombaları vs.)

Ayrıca gelişen yapay zeka ve süper bilgisayarlarla depremleri tahminleyebilmenin ve tetikleyebilmenin de yavaş yavaş mümkün hale gelebileceğini düşünüyorum.

Kardeshev ölçeğine göre 1. tip uygarlık seviyesine bakarsanız. İnsanoğlu doğa olayları, depremler gibi afetleri kontrol edebilir ve tetikleyebilir seviyeye gelmiş demektir. Dolayısıyla bir gün bu teknolojiye erişilebileceğini düşünüyorum.


Not:

Tip-1 Medeniyet Olunca Ne Olacak?

Peki, bu skalada tam 1'e ulaştığımızda, yani Tip-1 bir medeniyet olduğumuzda ne tarz teknolojiler görmeyi beklemeliyiz?

Öncelikle bu düzeydeki medeniyetimiz, gezegenimizdeki süreçlere hükmedebilir olacak. Depremler, volkanizma, tektonik hareketler, flora ve fauna faaliyetleri, iklim olayları gibi süreçler kontrolümüz altında olacak. Bu düzeyde bir medeniyeti besleyebilecek gücü üretebilmek için muhtemelen füzyon reaksiyonlarına hükmetmiş olacağız. Bu konuda araştırmalar gerçekten de sürdürülüyor. Bu reaktörleri üretmeyi başardığımızda, ortalamada her bir saniye 2 kilogram maddeyi saf enerjiye veya 280 kilogram hidrojeni helyuma dönüştürerek güç ihtiyacımızı gidereceğiz.

Bu süreçte yenilenebilir enerji kaynakları en büyük dostumuz olacak; çünkü Güneş'ten yeryüzüne düşen ışınları veya rüzgar ve dalgalar gibi kendini tekrar eden süreçleri kolaylıkla enerjiye dönüştürüp, giderek karmaşıklaşan teknolojimizi ve uzay programlarımızı besleyebileceğiz.




Kaynaklar

https://evrimagaci.org/kardashev-olcegi-nedir-medeniyetimiz-gelecekte-neye-benzeyecek-961
https://www.akrad.org.tr/elektromanyetik-spektrum/
https://www.ck12.org/c/chemistry/electromagnetic-spectrum/?by=community
https://yalansavar.org/2020/01/18/haarp/
https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/haarp-157
https://onedio.com/haber/haarp-gercekleri-anomaliler-ve-kahramanmaras-depremi-1129706
https://www.manisakulishaber.com/haarp-teknolojisi-nedir-deprem-yapabilir-mi-haarp-nedir-haarp-gemisi-ile-ilgili-bilgiler

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çöp DNA (İnsan DNA' sının %98' i)

Bakım Yönetimi

Matrix Felsefesi ve Platon' un Mağara Alegorisi