Simya ve Kimya Arasındaki Farklar

Simya Nedir?



 
Simya, büyü ve sihir anlamına gelmekte olup Türkçeye Arapçadan gelmiş bir sözcüktür. Bu sözcüğün kökenlerini ise Eski Yunancadaki sḗma (σήμα) sözcüğüne kadar takip etmek mümkündür: Yani "işaret, gösterge" anlamındaki sözcüğe... 

Değersiz madenlerin altına çevrilmesi gibi bir durumu konu alan simya, kimya öğretisidir. Simya döneminde kireç, seramik, cam, barut, boya, soda ve göz taşı gibi maddeler bulunmuştur. Değersiz madenlerden altın elde etmeyi amaçlayan bir sihir tekniği olan simya, insanlık için ölümsüz bir hayat ve sonsuz bir zenginlik vaat etmektedir.

Dilimizde simyanın en eski kullanımını 1317 yılında Gülşehri tarafından yazılan Mantıku't-Tayr isimli eserde görüyoruz. Ancak bu oldukça ileri tarihli bir kullanım; çünkü eserde, simyadan doğan bilim dalı kimyaya da gönderme yapılıyor: sīmiyā u kīmiyāyı aŋlaram ("simyadan da, kimyadan da anlarım"). Simyacı ise, simya ile uğraşan kimse anlamına gelir. Simya, gizem ve gizlilik ile örtülü olan eski bir uygulamadır.

Simyacıların gözünü o zamanların en değerli maddesi olan altın bürümüştür. Kolay yoldan nasıl altın elde edebileceklerini düşünmeye başlamışlar ve bunun için çalışmaya koyulmuşlardır. En büyük hedefleri, "değersiz" gözüken diğer elementleri bir şekilde altına dönüştürmek olmuştur. Ancak bu çalışmaların hedefi sadece basit yoldan altın elde etmek ile sınırlı kalmamıştır. Bunun yanında, insan vücudu ve "ruh"unu nasıl en mükemmel kılabileceklerini, ölümsüzlük iksiri ile sonsuz bir yaşamı bulmayı ve çaresiz hastalıklara çare bulmayı da amaçlamışlardır. 

Bilimin ve bilimsel metodolojinin temelleri henüz atılmadığı için, bu girişimler türümüzün biyolojisine ve evrene dair birçok bilgiyi keşfetmemizi mümkün kılmıştır.

Kimya işlemlerini kapsayan bir laboratuvar etkinliği olan simya, dünyanın ve evrenin işleyişini anlamaya çalışmaktadır. Simyacılar çalışmalarında insanlara ölümsüzlük kazandıracak felsefe taşı elde etmeye ve metalleri altına çevirmeyi amaçlamaktadır. Simyacıların çalışmalarında elde edilen malzemeler, avcılıktan giyinmeye kadar birçok alanda kullanılmıştır.

Simyacıların etrafımızdaki her şeyin bir tür "evrensel ruhaniyet" içerisinde bulunduğuna dair karmaşık bir dünya görüşleri vardır. Örneğin metallerin kendi ruhlarının olduğuna ve dünya içerisinde "büyüdüğüne" inanıyorlardı. Altın onların öylesine ilgisini çekiyordu ki, herhangi bir metal bulunduğu zaman bunun olgunlaşmamış altın olduğu düşünülüyordu. Altının günümüzde de fazlasıyla değerli bir metal olduğunu biliyoruz; hatta nedenlerinden de az çok haberdarız. Ancak simyacıların altına olan takıntısı, günümüzdekinin çok daha ötesindeydi. Simyacılar periyodik tabloyu dolduran metalleri geliştirerek veya arındırarak mükemmel ruhsal güce ulaşmanın bir yolu olduğunu düşünüyorlardı.


Simyanın hedefleri


Basitçe açıklarsak simyanın hedefleri üçe ayrılır.

1. Sahibi olan kişiye ölümsüzlük getirdiğine inanılan ve metalleri altına çevirdiği düşünülen felsefe taşını bulmak.

2. Sonsuz gençlik ve sağlık iksirini bulmak.

3. Değersiz metalleri değerli metallere (genellikle altın ve gümüş) çevirmek.


Ünlü Simyacılar


1. Johann Rudolf Glauber

2. Arnaldus de Villa Nova

3. Ebu Musa Cabir bin Hayyan

4. Nicolas Flamel

5. El-Razi

6. Thomas Norton

7. Robert Boyle


Simya kelimesinin sözlük anlamı


1. Alşimi

2. Elementleri altına çevirmek isteyen bir iş alanı, simya


Simyanın Tarihi


Tarihçi Nevill Drury Büyü ve Büyücülük kitabının bir bölümünde simya kelimesinin Mısır Arapçasında siyah anlamına gelen "chem" veya "qem"den geldiğini belirtmiştir. Bu sözcük, Nil Nehri'ni çevreleyen siyah alüvyonlu topraklara işaret etmek için kullanılmaktadır. Zamanla "chem" kelimesi başına "al-" ekini alarak günümüzde Türkçe anlamı "simya", İngilizcesi alchemy olan kelime türemiştir.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki simyanın kimya ile olan kelime benzerliğinden dolayı bir bilim dalı olduğu düşünülmektedir; ancak simya bir bilim dalı değildir. Simyada araştırmalar deneme yanılma yoluyla yapılmaktadır ve iddiaların güvenilirliğini sınamak amacıyla herhangi bir objektif yönteme başvurulmamaktadır. Bol miktarda hatalı iddiaya gerçek gibi yer verilen simya, sıklıkla hüsnükuruntu ve aceleci genelleme gibi mantık safsatalarından gücünü alan bir sahtebilim türüdür. Kimyada olduğu gibi bir pozitif yaklaşım simya araştırmalarında yoktur.

Öte yandan, simya alanında çalışan bazı kişilerin araştırmalarını daha sistemli hale getirme isteği, kimyanın temellerini atıp onun gelişimine hız katmıştır. Yani bilimsel yaklaşımın olmadığı dönemlerde, sahtebilim uğraşlarının bile sistematize edilip insan önyargılarından arındırıldığında sistemli bir bilime dönüşebileceği görülmektedir. 

Günümüzde bu, genellikle bu şekilde olamamaktadır; çünkü zaten halihazırda Evren'in hemen her basamağını inceleyen bilim dalları bulunmaktadır ve bunlara ek olarak sahtebilimden gelen düzensiz ve hatalı perspektife ihtiyaç duyulmamaktadır.

Günümüzde kullanılan maddelerin bir kısmının yüzyıllar önce simyacılar tarafından keşfedildiği bilinmektedir. Zaten bu nedenle kimyanın temelini simyanın attığı söylenir. 

Cıva, sönmüş kireç, nitrik asit gibi maddelerin yüzyıllar önce simyacılar tarafından kullanıldığı bilgisi şaşırtıcı olabilir. Ancak şu nokta hatırlanmalıdır: Simyacıların bu maddeleri kullanıp ulaşmayı hedefledikleri sonuçlar, günümüzün bilimselliğinden ve bilimsel düşünme yöntemleri sayesinde edindiğimiz deneyimin getirilerinden oldukça uzaktır. Simyacılığın barutun bulunması, madenlerin rafine edilmesi, kozmetiğin gelişimi, seramik, cam ve boyanın üretimini sağlaması, likör ve esans üretimini başlatması gibi kimyasal gelişime katkılarının olduğu belirtilse de, bunların yöntemi ve sistematiği kimyadan farklıdır.

Tüm bunlara rağmen simyacıların erken dönem bilime katkıları yadsınamaz. Simyacıların elementleri altına dönüştürmeye çalışmalarının günümüze çok büyük faydası dokunmuştur. 

Sorun, bunun sistemli olmayışından ötürü anlamlı bir bilgiye dönüştürülmesinin fazlasıyla gecikmesidir. Simyacılar, her elementi altına dönüştürme hırslarından dolayı periyodik cetveldeki diğer temel elementleri altından daha değersiz görmüşler, onları incelemeye öncelik vermemişlerdir. Altın, o dönemlerde insanlar için en büyük gelişmeyi temsil ediyordu ve insan ruhunu yenileyen ve geliştiren bir madde olarak görülüyordu. Bu nedenle altına takıntılı bir saplantı beslemişlerdir.

Simya ile ilk olarak Mezopotamya, Antik Mısır, İran, Hindistan ve Çin'de uğraşılmıştır. Klasik Yunan döneminde Yunanistan'da, Roma İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü coğrafyada, önemli İslam başkentlerinde ve daha sonra 19. yüzyıla kadar Avrupa'da simya ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.

Simyacılar o dönemlerde yaşamın temellerinin 5 temel unsurdan oluştuğunu düşünürlerdi. Bunlar toprak, su, hava, ateş ve ruhtur. Bu 5 unsurun evrendeki her şeyin temel taşı olduğunu düşünürlerdi. Eski bir inanca göre her element dört ayrı unsurdan ikisini içerir. Bunlar sıcaklık, kuruluk, ıslaklık ve soğukluktur. 

Ateş, sıcak ve kurudur. Su, ıslak ve soğuktur. Hava, ıslak ve sıcaktır. Toprak ise soğuk ve kurudur.


Dört Element-Hermetics

Doğa filozoflarından biri olan Empedocles, bir bardağı su dolu bir kaba soktuğumuzda bardağın içinin tamamen su dolmayacağını, bardağın iç hacminin bir kısmının hava, bir kısmının su ile dolu olarak kalacağını kanıtlamıştır.

Empedocles öncesindeki Yunan filozoflar, hangi ilkel maddenin her şeyin temeli olduğunu tartışıyorlardı. Heraclitus ateşi, Thales suyu, Anaximenes havanın kök element olduğunu savunuyordu. 

Türkiye'nin Aydın topraklarında yaşamış Anaximander ise, temel maddenin bu elementlerden biri olmadığını, ancak temel maddenin bu elementlere, bu elementlerin ise birbirlerine dönüşebileceğini savunmuştur. Empedocles; ateş, toprak, su ve havanın temel 4 element ("kaynak") olduğunu söylemiştir. Aristoteles ise bu fikri geliştirerek kuruluk, sıcaklık, ıslaklık ve soğukluk kavramını ortaya atmıştır. Tüm bunlar, simyanın temel aldığı felsefi yapıtaşları olmuştur.

Isaac Newton, Robert Boyle, Arnaldus de Villa Nova gibi önemli bilim insanlarının simya ile ilgili çalışmalar yapması oldukça ilginçtir. Bu durum, erken dönem biliminin henüz sahtebilimi ayıklayabilecek yapı ve donanımda olmadığını göstermektedir. Buna rağmen simya, modern bilimden ayrı bir uğraş olarak kabul edilmelidir. Simya, iddia ettiği hedefine hiçbir zaman ulaşamadığı gibi, istenen hedefler modern bilimin ışığında gördüğümüz üzere, hayallerden öteye geçememiştir.


Simyadan Bilime Yolculuk


Simya ile ilgilenen düşünürlerin çalışmalarının birçok bilimsel gelişmenin önünü açtığından söz etmiştik. Öyle ki, bu çalışmaların sonuçları, simyanın sonunu getirmiştir. Bu kısımda bu gelişmelerden ve bu gelişmelerin simya üzerindeki etkilerinden bahsedeceğiz.


Teleskobun Hikayesi


Teleskobu ilk icat edenin kim olduğu hala belirsizdir; ancak hikayesi kısaca şöyledir: Hans Lippershey adında Hollandalı bir gözlük üreticisi, 1608 yılında nesneleri 3 kez büyütebilen bir cihaz icat ettiğini ilan ederek bunun patentini almak için gerekli başvuruları yapmıştır. Ancak bu patente karşı olan Jacop Metius ve Zacharias Jansen, onun kendi tasarımlarını çaldığını ileri sürerek Lippershey'e ayrı ayrı dava açtılar. Ortalığın karışık olmasından faydalanan Jacop Metius, Lippershey'den birkaç hafta sonra başka bir teleskop için patent başvurusunda bulundu. Mahkeme ve hükümet yetkilileri çok sayıda insan tarafından bilinen bir icadın çok kolay kopyalanabilmesinden dolayı, teleskoba hiçbir patent verilmemesi kararını aldılar. Fakat Lippershey, ilk patent başvurusunda bulunduğu için teleskobun mucidi unvanı olarak anılmaktadır.

Galileo, kendi teleskobunu yaparak cisimleri 20 kat büyütebilmeyi başarmıştır ve ucunu gökyüzüne çevirmiştir. Bu sayede Galileo, uzaya yakın gözle bakmayı başaran ilk kişi olmuştur.

Bu atılımlar üzerine Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde teleskobu geliştirmek için çeşitli çalışmalar başlamıştır. Johannes Kepler, optik sahasında yaptığı çalışmalar sonucunda iki konveksli bir teleskop tasarlamıştır. Teleskop konusunda çağ açıcı fikir ise Isaac Newton'dan geldi. Newton, merceklerin yanı sıra aynalardan da oluşan bir teleskop yapmanın daha yararlı olacağını düşündü ve günümüzde "yansıtıcı teleskop" olarak bilinen teleskobu icat etti.

Böylece 1608 senesinde insanlığın geleceğinde yeni bir kapı aralanmış oldu. Teleskobun icadı sayesinde türümüz ilk defa bu kadar güçlü bir araçla gözünü uzaya çevirdi. Bununla birlikte insanlık, algılayabildiği büyüklüklere bir yenisini daha katmış oldu: Astronomik büyüklükler! 

Teleskobun icadı bizim Evren'de ne kadar küçük olduğumuzu anlamamıza sebep oldu. Teleskop sayesinde Evren'e yönelik daha önceden ispatlanamayan bazı yaklaşımlarımız ilk defa kanıtlanabilir hale geldi. Bunun sonucunda simyacılar yavaş yavaş deneme-yanılma ve sistemsiz araştırma yöntemlerinden uzaklaşmaya ve bilimsel gerçeklere yaklaşmaya başladılar. Uzayın sonsuz karanlığını inceleyen insanların yüzlerine ilk defa bilimin ışığı vurmaya başlamıştı.


Barutun İcadı


Barutun icadı ile ilgili olarak ilk bulgular Çin'i göstermektedir. MS 142 yılından kalan kayıtlarda baruta benzer bir maddeden söz edilir. Toz şeklinde olan bu maddenin şiddetle patladığından ve parlak ışık çıkarttığından bahsedilir. Bu ilginç keşfin temelinde de simya ile ilgili çalışmalar yatmaktadır.

Simyacılar, ölümsüzlüğü bulmaya çalışırken; kükürt, kömür ve potasyum nitratı rastgele karıştırıp günümüzdeki "patlayıcı barutu"nun atası olan karışımı keşfetmişlerdir. Bundan 1.5 yüzyıl kadar sonra, MS 300 yılından kalan kayıtlara göre ise yine Çin Hanedanlığı'nda yaşamış Ge Hong, patlayıcı yapmak için bu maddeleri yeniden karıştırmıştır. Bu çalışmaları sonucunda, kullanılabilir yapıda ve stabilitede olan ilk barutu icat etmiştir.

Barutun gücü anlaşıldığında Çin Hanedanlığı bu icadı diğer uygarlıklardan saklamaya çalışmıştır. Bu patlayıcı silahların sırrı ancak uzun yıllar sonra çözülebilmiştir. Böylece insanlığın savaşlarda kullandığı öldürme teknikleri baştan yaratılmış, savaş teknolojilerinde büyük bir çığır atlanmıştır.


Camın Keşfi


Bugün evlerimizin ve genel olarak insanlığın vazgeçilmez yapıtaşlarından biri olan cam da simyacıların çalışmalarının bir ürünüdür. Aslında camın tam olarak ne zaman ve kim tarafından keşfedildiği bilinmemektedir. Arkeologlar tarafından keşfedilen en eski cam eşyalar MÖ 2500 yılından kalma Antik Mısır boncuklarıdır. Eski çağlarda insanlar, yemeklerini pişirmek için kaplarını üzerine koyabilecekleri bir taş bulamadıklarından dolayı yanlarında olan ve aynı zamanda mumyalamada kullanılan doğal soda topraklarını kullanmışlardır. Kum üzerinde yakılan ateşin; kum, soda ve deniz hayvanlarının kabuklarında bulunan kireci eritmesi sonucunda camın keşfedildiği bilinmektedir. Bu konudaki en kapsamlı araştırmalardan birisi, kimya tarihçisi Marco Beretta tarafından yazılan Camın Simyası isimli kitaptır.


Metalurji


İnsanlık, öncelikle taşlarla ilgilenmiştir. Taşları şekilden şekle sokmaya çalışmışlardır ancak belli bir şekilden öteye gidememişlerdir. İnsanların taşlara olan ilgisi metalleri keşfedene kadar sürmüştür. Çünkü metalleri, taşların aksine istedikleri şekillere sokabildiklerini fark etmişlerdir. Avrupa'da ilk defa dövülmüş bakırın kullanılmasının MÖ 4500 yıllarına dayandığı bilinmektedir (Anadolu'da MÖ 7000). Altın, gümüş ve bakırın kullanımının arkasından demir gelmektedir. O dönemlerde demirin metalurjik kullanımı gizli tutulmuştur. Bunun sebebi, demirin bakırdan ve bulunan diğer metallerden daha sert olması, silah yapımında kullanmak için ideal bir metal olmasındandır. Ancak ilerleyen dönemlerde silah yapımı dışında inşaat ve tarım açısından da demirin öneminin bilincindeydiler.

Eski Mısırlı ustalar, özellikle altın ile ama genel olarak metallerle çalışma konusunda yetenekliydiler. Cevherlerden metalleri ayıklamak ve alaşımlara birleştirmek için kullanılan yöntemleri geliştirmişlerdir. Mısırlılar, teneke ve bakırdan nasıl kaliteli bronz yapılacağını biliyorlardı. Aynı zamanda demirle neler yapılabileceğinin de farkındaydılar.

Metallerin keşif ve üretimi; bakır, tunç, pirinç ve demir sırasına göre olsa da, bu sıra dünyanın her bölgesinde aynı sırada olmamıştır. Çünkü insanların metaller ile olan bağlantısı tamamen tesadüfi olarak ve o bölgenin coğrafi koşullarına bağlı olarak gelişmiştir. Mesela demir çağı dünyanın bazı bölgelerinde daha erken başlamıştır. Cıvanın keşfi de bakırın keşfi kadar geçmişe gitmektedir. Romalılar cıvayı altın elde ediminde kullanırlardı.


Simya Tarihinde Önemli Kişiler


Johann Rudolf Glauber


Şarap üretimi kimyası üzerine çalışmalar yapıp bunun ticarette kullanılmasını sağladı. Eczacılıkla uğraşıyordu ve halkın fakir kısmına ücretsiz ilaç ve tıbbi tedavi sağlıyordu. Kimyasal ekipmanlara yaptığı geliştirmeler ile kimyaya katkısı çok büyüktür.

Sülfürik asit ve sofra tuzunu birleştirerek konsantre hidroklorik asit üretti. Potasyum nitratı sülfürik asit ile ısıtarak nitrik asit üretimi için geliştirilmiş bir işlem gerçekleştirdi. Sal mirabilis veya "harika tuz" olarak isimlendirdiği sodyum sülfat üretimiyle birlikte bu maddeye Glauber tuzu adı verilmesinin onurunu yaşadı.


Arnaldus de Villa Nova


Simyacı Arnaldus hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi göçebe bir hayat yaşamasıdır. Sık sık şehir değiştiren Arnaldus'un ölümü de Papa tarafından davet edilmesi üzerine Avignon şehrine giderken yolda hastalanarak olmuştur. İlgilendiği konuların gök bilim ve fizik olduğu bilinmektedir. Bu bilim dalları yanında, kimya, tıp ve Arap felsefesi de okumuştur.


Ebu Musa Cabir bin Hayyan


Kimyanın kurucusu olarak anılan Cabir bin Hayyan, çok yönlü bir bilim insanıdır. Kimya, tıp, felsefe, matematik gibi konularda kendini geliştirmiştir. Onun "kimyanın kurucusu" olarak anılmasının sebebi simyayı bir ilim olmaktan çıkarmasıdır. Kendi geliştirdiği yöntemlerle kimyayı, analiz ve matematik gibi sağlam temellerle açıklamış ve kimya biliminin oluşmasını sağlamıştır. Daha sonra bu alanda kendini geliştirmiş ve edindiği tecrübeler, teknikler ve yeni icatlarıyla modern kimya biliminin kaynaklarını oluşturmuştur.

Fransız bilim tarihçisi Marcellin Berthelot, Ebu Musa Cabir bin Hayyan hakkında şunları diyor:
Aristo'nun mantık ilmindeki yeri neyse, Cabir bin Hayyan'ın kimya ilmindeki yeri odur. Aristo mantığın kurucusu ve üstadı olarak kabul edildiği gibi, Cabir bin Hayyan da kimyanın kurucusu ve üstadıdır.

Yaptığı çalışmalar günümüze ışık tutmuştur. Ancak çalışma prensibinin de herkese örnek olması gerekmektedir. Oldukça yoğun bilim hayatı olan Cabir bin Hayyan, yaptığı çalışmalar ve deneylerin sonucundan hiçbir zaman emin olmamıştır. Bilimin hızla ilerlediğini ve her yeni gün başka buluşların gerçekleşebileceğini düşünmüştür. Bu da kendisini yaşadığı çağda ileri görüşlü bir kişi yaparak kimyaya ve günümüze ışık tutmuştur. Dünya üzerindeki ilk kimya laboratuvarını kurmuştur.


  • Kristalleşme, kalsinasyon, damıtma ve buharlaşma gibi terimleri kimyaya kazandırmıştır.
  • Damıtma işleminde imbik aletini kullanarak bitkilerden asitleri, sodyum karbonat ve potasyumu bulmuştur.
  • Zehirli maddeler üzerinde incelemeler yapmıştır.
  • Boyalar, deriler ve deri boyama üzerinde çalışmalar yapmıştır.
  • Paslanmazlığı keşfetmiştir.
  • Maddelerin atomik yapısı ve reaksiyon oluşumlarını araştırmıştır.
  • Ateşle yanmayan kağıdı keşfetmiştir.
  • Damıtma işleminde kullanılan imbik


Nikolas Flamel


Bu ismi Harry Potter serisinden hatırlıyor olabilirsiniz; o kişi gerçek bir kişi!

Flamel hakkında oldukça ilginç iddialar vardır. Bu iddialar Flamel'in, simyacıların bulmayı amaçladıkları ölümsüzlük ilacı olarak görülen felsefe taşını ve bütün maddeleri altına çevirmeyi hedefledikleri yöntemi bulduğunu söylemektedir. Çeşitli kaynaklarda yazan bilgiye göre maddeleri altına çevirebilmişti ancak bunu sadece eşi görmüştü.

Nikolas Flamel 1340-1418 yılları arasında yaşayıp ölümünden sonra ünlenen isimlerdendir. Felsefe taşını bulduğu için mezar soyguncuları tarafından mezarı kazılmış ve mezarının boş olduğu iddia edilmiştir. 17. yüzyılda insanlar Nikolas Flamel'in ölmediğine ve hala yaşadığına inanıyorlardı.


Robert Boyle


Kimyasal elementleri maddenin parçalanamayan yapı taşları olarak tanımlamıştır. İlk kez kimyasal bileşiklerle basit karışımlar arasında ayrım yapmış, kimyasal birleşmede özelliklerin tümünün değiştiğini, basit karışımlarda ise böyle değişimler olmadığını öne sürmüştür. İlk kez element ve bileşiklerin doğru tanımını yapmıştır. 

Robert Boyle'a göre element, kendinden başka elementlere ayrılamayan bir maddedir. Tüm bileşikler, elementlerin birleşmesiyle meydana gelir. Ancak Robert Boyle'un element tanımındaki eksikliği sodyum hidroksit (NaOH), kireç (CaO) ve su (H2O) gibi ısı ile zor ayrışan maddeleri element kabul etmesidir. İlerleyen dönemlerde bu eksikliği Antoine Lavoisier, yaptığı çalışmalar ile düzeltmiştir.


Sonuç


Sonuç olarak geçmişten günümüze olan süreçte edindiğimiz bilgilere bakacak olursak, o zamanlarda birileri ortaya bir fikir atmış ve diğer bilim meraklıları bunu geliştirmek için veya yanlışlamak için çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Eğer yanlışlanabilirse, o fikre sırtlarını dönmüşlerdir. Ancak doğrulanabilir veya geliştirilebilir olduğunu düşünürlerse o fikrin üzerine gitmişlerdir. Aynı durum günümüzde de geçerlidir. Bildiğimizin dışında ortaya atılan bir fikrin yanlışlanabilirliği kontrol edilmelidir. Hiçbir kaynağa başvurmadan, hiçbir bilimsel dayanak oluşturmaksızın yanlıştır veya doğrudur demek yanlıştır. Geçmişten çıkarabileceğimiz en önemli ders budur.

Simyada olduğu gibi deneme yanılma yoluyla çalışmalarını sürdüren insanlar sayesinde kimya biliminin temeli doğmuş ve pozitif bir bakış açısıyla çalışmalarını sürdüren bilim insanlarımız daha titiz çalışmalarıyla bilimi geliştirme yoluna girmişlerdir. Bu demek değildir ki simyanın iddiaları gerçektir. Bu demek değildir ki günümüzde halen simya çalışmaları yürütülmelidir. Bunun dediği şudur: Kimi zaman sıradışı alanlara sistemli bir yaklaşım getirdiğimizde, daha önceden göremediğimiz gerçekleri görebilmemizi sağlayabilir.

Günümüzde her geçen gün yeni çalışma alanları doğmaktadır ve doğmaya devam edecektir. Neden bu yeni doğacak çalışma alanlarından bir tanesi sizin sayenizde olmasın ve tarihe Ebu Musa Cabir bin Hayyan gibi, bir alanın kuruculuğunda sizin adınız geçmesin?

Simyacıların bilim adamı oldukları görüşünün yanı sıra şarlatan ve kaçık olduklarına dair inanışlar da mevcuttur. Metallerin altın ve gümüşe çevrilmesi ile birlikte insan hayatının dönüştürülerek ölümsüzlük iksirinin elde edilmesi de amaçları arasındadır.

Deneme yanılma yolu ile çalışmalar yapılmakta ve çalışmaları teorik bir temele dayandırmak mümkün değildir. Bilgi birikimlerinin oluşmamış olması ile birlikte sistematik bilgiler de içermemektedir. Ölümden sonra doğuşa inanan Mısırlılar, simyanın doğuşuna ön ayak olmuşlardır.

Ateş, toprak, hava ve su yani dört element kullanılarak, saf ve katıksız altın elde edilmeye çalışılmıştır. Modern kimyanın doğmasında, hiç kuşkusuz simyanın büyük rolü vardır. Simyacıların doğaya ve doğadaki maddelere karşı bakışları çok farklı olmakla birlikte kendilerine özgü kuramları mevcuttur.

Maddelerin birbirine karıştırılıp değiştirilmesini amaçlayan çalışmalara simya denilmektedir. Günümüzde mevcut bazı deney araç gereçlerin ilk hallerini simyacılar keşfetmiş ve aktif bir şekilde kullanmışlardır. 

Türk ve İslam dünyasında da önemli simyacılar vardır. Simyada bilimsel herhangi bir metodun kullanılmamasından dolayı simyacılara bilim adı denilmemektedir. Gerek doğuda gerekse batıda simya önemli bir geçmişe sahiptir. Sayısız efsane ve mitin çıkmasında, simyanın da payı vardır.

Bilim ve felsefeyi birleştiren önemli bir disiplin olan simya, tüm varlıkların karanlık sırlarını işaret etmektedir. Simyacılar uğraşları ile insanlarda bir merak uyandırmayı başarmış ve yaptıkları sürekli olarak izlenmiştir. Simyanın uzun bir geçmişi olması, kimya biliminin doğmasını sağlamıştır. Fiziksel evren hakkında sorulara cevap bulmaya çalışan simyacılar, ölümsüzlük iksirini bulmayı amaç edinmişlerdir.




Simya’nın derinlerine inmeden önce Simya denildiği zaman bir çoğumuzun aklına gelen Paulo Coelho’nun Simyacı isimli romanı gelmektedir. 

Hayatımızda mutlu olmamız gerektiğini öğütlemeyi konu edinen bir çoban’ın altın bulmak için yaptığı Mısır yolculuğu’nu anlatan bu roman satış rekorlarına imza atmış ve hepimizin aklında yer etmeyi başarmıştır.

“Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki, neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar”

Paulo Coelho Simyacı


Simya’nın özellikleri


Simya bir bilim dalı olarak kabul edilmez.
Deneme yanılma yolu ile çalışmaktadır.
Hiç bir çalışması teorik bir temel üzerine oturtulmamaktadır.
İçerdiği bilgiler sistematik değildir.
Belli sistematik metodlar çercevesinde olmadığı için, bilgi birikimi oluşturmamıştır.

Yani öyle ki Simyacılar farklı amaçlar için çalışmalar yapıp deneme-yanılma yöntemini kullanırken bambaşka şeyler elde etmişlerdir.

İçerisinde tıp, kimya, felsefe, astroloji, din gibi bir çok konu’da ekler içeren simya ile uğraşan simyacılar;

Sonsuz zenginliğe ulaşmayı ve ölümsüzlük iksirini keşfetmeyi’de kendilerine çalışma alanı olarak belirlemişlerdir.Bu sebeble olacak gibi simyacıların metalleri farklılaştırması tedavi yöntemleri üzerine çalışmaları sonucunda toplumlarda simyacılar doktor, filozof, büyücü, kahin gibi sıfatlarla tanımlanmışlardır.


Modern zamanda kullandığımız bilimsel araç gereçlerin, deney araçlarının pek çoğunun ilk ve ilkel hallerini binlerce sene önce simyacılar kullanmışlardır.

Kükürt,civa,nitrik asit,sönmüş kireç ve kostik soda’yı yüzyıllar önce deneylerinde kullanmışlardır. Üst tanımlamada belirttiğimiz gibi Modern kimya’nın ve deneysel kimya’nın oluşmasında büyük önem oluşturmuşlardır. ilk olarak simya’nın Mısır’da bulunan iskenderiye şehrinde oluşmaya başladığı kabul edilmektedir. Eski Mısır’ın malzeme bilgisi, cam ve boya yapımı gibi çeşitli zanaatlarda ilerlemesini sağlamıştır ve yaklaşık 2500 sene önce deneysel olarak simya’nın kullanımı gelişmeye başlamıştır.

Yapılan araştırmalar sonucunda Simya alanında Türk ve İslam dünyasındanda çok önemli isimlerin varlığı dikkat çekmektedir.

Simya, zamanında bilimsel metodlar kullanmadığı için bir bilim dalı olarak kabul edilmemektedir, dolayısı ile tek simya ile uğraşan simyacılar’da bilim adamı olarak nitelendirilememektedir.


Simya ve Kavramlar


Avrupa simyasının başlangıcı ünlü simyacı Hermes Trismegistus‘a dayanmaktadır ve bir felsefik sistem olan Hermetizm ile yakın bağlantılar içerisindedir. Hermetizm ve Simya 1600’lü yılların önemli bir ezoterik(bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir.) ekolü olan Gül-haçlılar’ın doğuşunda etkili olmuştur. 

Modern dönemin başlarında, Simya, Kimya’ya dönüşmeye başladığı sıralarda simya’nın mistik ve Hermetik dalları modern spritüel simyanın odağı olmaya başlamıştır.

Günümüzde ise Simya; Mistik, ezoterik ve sanatsal yönleri sebebiyle bilim tarihçilieri ve filozofların alanına girmektedir. Günümüz’de Kimya ve Malzeme bilimi üzerine kullanılan birçok madde ve madddeleri oluşturmak için uygulanan işlem basamakları simyacıların eseri ve keşifleriyle oluşmuştur.


Ünlü Simyacılar


Müslüman Simyacılar

Abdullah bin Ahmed el-Baytar
Ebu’s Salt ed-Dânî
El-Râzî
El-Tuğrayi
Ebu Musa Câbir bin Hayyan
Farâbî
Harbi Al Himyari
Halid bin Yezid
İbn Vahşiyye
İbn Umayl
İbnü’n-Nedîm
İbni Sina
Kasım Aidamir al-Jildaki
Yabancı SimyacılarArnaldus de Villa Nova
Johann Rudolf Glauber
Isaac Newton
Artephius
Nicolas Flamel
Roger Bacon
Robert Boyle
Saint Dunstan
Thomas Norton
Theophrastus Bombastus von Hohenheim (Paracelsus)


Simya, Hermetizm ve Ezoterizm ilişkisi



Simya ile Hermetizm’den üst kısımda biraz bahsetmiştik. Simya konusuna giriş yapıldığında hermetizm ve ezoterizm kavramlarıyla karşılaşmak mümkün.

Eski Mısır’da yaşamış olduğuna inanılan ve ilahlaştırılmış bir simya bilgesinin, Hermes Trismegistus’un öğretilerine Hermetizm denilmektedir. 

Bir üstad tarafından doğru yolu gösterme adına yetkin kişilere aktarılan ve bilge olmayana aktarılmaması gerektiğine inanılan öğretilere ise “Ezoterizm” denmektedir. Bu kavramların ortak özelliği felsefi-spiritüel dünyaya ait olmalarıdır. Simya bu iki kavram ile yakın ilişkiler içerisinde olmuştur bu sebeble ki felsefik açıdanda araştırılma konusu haline gelmiştir.


Kırmızı iksir


Simya’nın değersiz maddelerden altın yapma çabalarını ve çalışmalarını konu öncesinde aktarmıştık.Simya konusu ile ilgilenen simyacılar içerisinde sadece bu alan ile çalışmalar yapanlar olmuştur. Kırmızı iksir adını verdikleri karışım ile değersiz metalleri altın yapmaya çalışmışlardır. 

Metalden altın yapmak aşama aşamadır.Öncelikle hamdır, arındırılır, tamamen arındırıldıktan sonra altın olabilmektedir.Altın yapma çalışmalarında sıklıkla kurşun ve civa kullanılmıştır. Bazı simyacılar tarafından ise civa ile kükürt, arsenik( çok zehirleyici bir madde) ve amonyum klorür karıştırılmıştır. İşlemi gerçekleştirirken kullanıkları büyülü sözler ve karmaşık çizimler bu konuda detaylı bilgi edinmeyi oldukça zorlaştırmıştır. Kimyasal incelemeler altın yapmanın dışında; zehir ve zihirli iksir yapımındada kullanılmıştır.


Felsefe taşı


Simyacıların çalışma alanı olarak önemsedikleri alanlardan birisi değersiz maddeleri altın yapmakken diğeride ölümsüzlük iksiri elde edebilmektir. Ölümsüzlüğün sırrını bulmanın temelini felsefe taşına dayandırmışlardır. Felsefe taşı ismindeki madde ruhani dünyanın da anahtarı niteliğinde bulunmaktadır. Filmlere’de konu olmuş olan felsefe taşına inanç günümüzde oldukça azalmış durumdadır.

Simyacılara göre ölümsüzlüğün sırrını bulmanın temeli felsefe taşına dayanmaktadır. Bu felsefe taşı ruhani dünyanın da kilit anahtarı niteliğindedir. Felsefe taşına olan büyük inanç bu durumdan faydalanan dolandırıcıları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde artık felsefe taşına olan inanç oldukça düşüktür. Simya ile pek çok ünlü bilim adamı uğraşmış olmasına rağmen metodların günümüze aktarılamamış olması ve edinilen bilgilerinde çok karmaşık ve anlaşılması güç olmasından dolayı günümüzde simya’ya olan ilgi azalmış durumdadır.




Kaynaklar

https://kimyavebilim.com/simya/
https://www.foicey.com/simya-gercek-mi/
https://www.nedir.com/simya
https://evrimagaci.org/simyadan-bilime-yolculuk-simya-nedir-simya-ile-kimya-arasindaki-iliski-nedir-7478
https://www.milliyet.com.tr/egitim/simya-nedir-amaclari-nelerdir-kisaca-simyanin-tanimi-6171130

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çöp DNA (İnsan DNA' sının %98' i)

Bakım Yönetimi

Matrix Felsefesi ve Platon' un Mağara Alegorisi