Küresel Isınma ve Depremler

Küresel ısınma sonucu eriyen buzullar yeni fayları oluşturmaz ancak eski mevcut fayları tetikler ve deprem zamanını öne çeker. 

Kaliforniya’daki St. Andreas ve Türkiye’deki Kuzey Anadolu fay hattı büyük benzerlik göstermektedir. 

Küresel ısınma sonucu her yıl sıcaklık 1.5- 2 derece artmaktadır. 




İklim panellerinde atmosfere salınan sera gazları kuraklık ve selleri artırıp mevcut fay hatlarını tetiklemektedir. Bu önlenmezse, yıkıcı deprem ve afetler, aşırı hava olayları, beslenme bozuklukları ve ölümler kaçınılmaz olacaktır.

O halde ilk işimiz küresel ısınmayı önlemek olmalıdır. 

Dünyada küresel ısınmayı önlemek için uluslararası toplantılar ve protokoller yapılmaktadır. 1997’de Kyoto protokolü oluşturulmuştur, Türkiye bunu 2008’de girmeyi kabul etmiştir. 

Küresel ısınma ile dünyada ekolojik dengeler, mevsim normalleri üstünde sıcaklıklar, eriyen buzullar, yükselen deniz seviyesi ve kasırgalar artmış durumdadır. 

Bunların nedeni tekno bazlı insan davranışlarıdır. Atmosfere yayılan gazlar CO2 ve sera gaz molekülleriyle yayılan kızılötesi ışınlar atmosferin alt katmanlarını ısıtmaktadır. Okyanus üstü ısının artması ve rüzgârlarla çekilen ısı kasırgaların şiddetini artırmaktadır. 

Geçmiş yıllarda ABD’yi vuran Katrina bunun en güzel örneğidir. New Orleans’ın %80’i sular altında kalmıştır. Binlerce ölü ve evsiz… Buna rağmen küresel ısınma için önlem alınması için oluşturulan Viyana, Rio, Kyoto, Jokawesburg gibi bilimsel zivrelere ABD karşı çıkmıştır.

1770’ten bu yana %50 arttığı bilinen CO2 oranının iki kat artmasıyla 2100’de hava sıcaklığında 5.8’lik artış beklenmektedir. 

Küresel ısınmaya sera gazları, petrol, kömür, katı atıklar ve eksoz gazları neden olmaktadır.

Cep telefonları da suçlu kabul edilmektedir. 

Eriyen buzulların ağırlığı altında yeryüzü tabakası ani esneyerek İzlanda’da patlayan volkan, Norveç kıyılarındaki heyelan, İskandinavya-Britanya kıyılarındaki tsunamiler devam edecektir.

Zira küresel ısınmayla fay hatları tetiklenmektedir. 

MC Gaire küresel ısınmanın jeolojiyi tetikleyeceğini söylemiş, Alman Andrea Hamper deprem tetiklenmelerinden bahsetmektedir. 

ABD Utah bölgesinde göller çekilip depremler oluşmuştur. 

Küresel ısınma deniz seviyesini yükseltip çölleşmeyi arttırıp şiddetli yağmur ve afetlere yol açacağı kaçınılmaz. 

Küresel ısınmanın fiziksel etkilerinden bahsederken ekonomik etkilerini de göz ardı etmememiz gerekir. 

Yerleşim alanlarını fay hatlarına dere yataklarına yapmayı engellerken, deprem bölgelerinde hafif elemanlarla küçük parçalı panel prefabrik sistemlerle endüstriyelleşmiş yapım ve modüler tasarım desteklenmelidir. 

Bütün bunlarla beraber ilk işimizin küresel ısınmayı engellemek olduğunu unutmamalıyız. Sıfır karbon şehirler, iklime dayanıklı biofilik mekan tasarımları (doğal malzeme, doğal ısıtma, doğal havalandırma) önceliğimiz olmalıdır.


Küresel ısınma depremi tetikliyor





Araştırmalara göre buzdağlarının hareketleri faylara baskı yapıyor ve depremlerin erken olmasına yol açıyor. Bu riski taşıyan bölgeler arasında Türkiye de bulunuyor

BM tarafından kurulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), küresel ısınmanın doğal felaketlerin üzerinde yarattığı etkilerin araştırılacağı özel bir birim kurulacağını açıkladı.

Amerikan New Scientist bilim dergisi, Türkiye’yi de oldukça ilgilendiren konuyla ilgili bugüne dek gerçekleştirilen araştırmalardan oluşmuş özel bir dosya hazırladı. 

Buna göre küresel ısınma yeni deprem ve volkanlar oluşmasına neden olmuyor. Ancak küresel ısınma nedeniyle eriyen buz kütleleri yerkürede değişimlere neden olup zaten yaşanması beklenen sarsıntı ve volkanların tarihini erkene alıyor. 

Araştırmalar üzerindeki buz tabakası ne kadar büyükse fayın hareketinin o kadar yavaş olduğunu gösterdi. Eriyen buz kütleleri nedeniyle yükselen deniz seviyesi faylarda ve yerkürenin katmanlarında oluşan enerji ve stresi artırıyor.

Buz kaybı kara parçası altında bulunan fayları ortaya çıkarıyor. 

Yükselen deniz seviyesi de kıyıya yakın olan ve bir deprem beklenen fay hatlarında gerginliği artırarak deprem zamanını erkene çekiyor. 

Bu durumun tehlike oluşturduğu bölgeler arasında Türkiye de gösterildi. 

Kuzey Anadolu, ABD’deki San Andreas ve Y. Zelanda’daki Alpin fay hatlarında küresel ısınma nedeniyle depremin erken gerçekleşebileceği ifade ediliyor. 

ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu, önümüzdeki 100 yılda deniz seviyesinde görülecek artışın, erken depremlere yol açabileceğini bildirdi. 

Uzmanlar bu duruma örnek olarak Alaska’da yaşanan buz kaybının, 2003 ila 2006 arasında, bölgede yaşanan küçük çapta depremlerin sayısının artmasına neden olduğunu belirtiyor.

Bilim insanlarına göre, depremler temelde tektonik levhaların hareketiyle oluşuyor ve bu hareketlerin iklim değişikliğiyle doğrudan bir ilişkisi bulunmuyor. Ancak, iklim değişikliğinin uzun vadede yerkabuğunun yapısı üzerinde etkileri oluyor.

Örneğin; büyük kasırgalar ve atmosferik basınç değişiklikleri “yavaş depremler” denilen, insanlar tarafından daha az hissedilen sarsıntılara neden olabiliyor. Ya da kuraklık dönemlerinde yer altı sularının çekilmesi, fay hatlarında ek basınç oluşturarak depremleri etkileyebiliyor.

NASA Jet Propulsion Laboratory’den Alan Buis’in makalesi, 4-5 Temmuz 2019’da Kaliforniya’nın Ridgecrest bölgesinde meydana gelen 6.4 ve 7.1 büyüklüğündeki depremlerin ardından, bu olayların, Kaliforniya, Nevada, Arizona ve Baja California gibi bölgelerde milyonlarca insan tarafından hissedildiğini ve büyük zararlara yol açtığını anlatıyor. Ayrıca, bu depremler halkı, Kaliforniya’da yaşamın “Deprem Ülkesi”nde olduğunu ve büyük bir depreme hazırlıklı olmaları gerektiğini hatırlatmış oldu.

Makale, depremle ilgili yanlış inançlardan birinin “deprem havası” olduğu, yani sıcak ve kuru ya da kuru ve bulutlu hava koşullarının depremleri tetiklediği yönündeki efsaneyi çürütüyor.

Antik Yunan filozofl arından Aristoteles’in bu teoriyi önerdiği belirtiliyor. Ancak modern sismoloji, depremlerin çoğunun yer kabuğundaki fay hatları boyunca meydana gelen kırılmalar nedeniyle oluştuğunu gösteriyor. Ayrıca, depremlerin hava koşullarıyla hiçbir ilgisi olmadığı ve hava basıncındaki değişikliklerin yalnızca “yavaş depremleri” tetikleyebileceği ifade ediliyor.

NASA Jeofi zikçisi Paul Lundgren, iklimin depremlerle ilişkilendirilebileceği düşüncesini bilimsel olarak incelemiş bir isim. 

Örneğin, Hindistan’daki Himalayalar’da yaz aylarında monsoon yağmurları nedeniyle fay hattındaki gerilme artışı, kışın ise azalmasıyla mikro-seizmik aktivite değişim gösteriyor.

2017’de yapılan bir çalışma, Kaliforniya’daki Sierra Nevada Dağları’nda, kuraklık ve yağış arasındaki dönüşümlerin dağları yükseltip alçalttığını gösteriyor.

Buzulların geri çekilmesinin yer kabuğundaki gerilme yüklerini değiştirebileceği ve bu değişikliklerin volkanik aktiviteleri tetikleyebileceği belirtiliyor. 

İzlanda' da yapılan farklı bir çalışma, buzul geri çekilmesinin volkanik aktiviteyi artırdığına işaret ederken, küresel ısınma nedeniyle Grönland’da glasyal depremlerin sıklığının arttığını ortaya koyuyor. 

İnsan faaliyetleri depremleri tetikleyebileceği gibi, özellikle suyun yönetimi ile ilgili uygulamalar yer kabuğundaki gerilmeleri değiştirebiliyor. 

Örneğin; 1975’te, Kaliforniya’daki Oroville Barajı’nın su seviyesinin değişmesiyle büyük depremler meydana gelmiş, ayrıca yer altı suyu pompalanması da San Andreas Fay hattındaki gerilme değişikliklerini artırarak depremlere yol açmış.

Lundgren, son yıllarda yeni teknolojilerin kullanımıyla iklimle deprem arasında potansiyel bağlantıların araştırıldığını, ancak bu bağlantıların temel fizik ile uyumlu hale getirilmesinin zor olduğunu belirtiyor.




Kaynaklar
https://www.ekonomigazetesi.com/kose-yazisi/depremler-iklim-degisikligi-ile-birlikte-daha-tehlikeli-hale-gelebilir-mi-55599
https://www.milliyet.com.tr/gundem/kuresel-isinma-depremi-tetikliyor-1449635
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kuresel-isinma-ve-fay-hatlari/686752

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TPS (Toyota Production System) ve PUKÖ - Pareto Analizi

Bakım Yönetimi

Parapsikoloji