Samatya

Büyük Liman’ın İzinde


Bizans’dan beri büyük bir limana ev sahipliği yapan Yenikapı, bugün Marmara Adaları, Bursa, Yalova ve Bandırma’ya giden deniz otobüslerinin de iskelesi. 

Geçtiğimiz yıllarda buradaki arkeolojik kazıda, Orta Çağa ait gemiler bulundu. 

Komşu Samatya bir zamanlar Ermeni Patrikhanesi’ni barındırmış bağrında. 

Bizans manastırları içinde en önemlilerinden olan Studios’un kalıntıları da Samatya’da bulunuyor.





Yenikapı


İlk görüşte Kennedy Caddesi’ne sıkışmış küçük bir semt izlenimi veren Yenikapı, İmparator Theodosius’un (379-95) döneminde yapılmış olan büyük, taş duvarlı, Theodosius (Eleutherios) Limanı nedeniyle son derece önemli bir tarihe sahip. 

Sık sık çamurla dolan liman 1500’lü yıllardan sonra kullanılmayınca bölge bostanlarla dolmuş. Yenikapı’daki Üsküdar’dan Sarayburnu’na Boğaz’ın altından tünel yapma projesi olan Marmaray, ilk olarak 1860’larda tasarlanmış. 

Yenikapı proje tamamlandığında gerek şehir içi ulaşımda gerekse banliyölere ulaşımda Kabataş gibi önemli kavşaklardan biri haline geldi.

Buradaki istasyonun inşaat çalışmaları sırasındaki kazılarda Bizans Limanı bulundu. 

Tüm dünyada büyük heyecan yaratan kazılarda dünyanın en büyük antik limanı ve tarihleri V. ve XI. yüzyıllar arasında değişen 34 gemi kalıntısı ortaya çıkarıldı. 

Üstelik gemilerin üstündeki yükleri bile duruyordu. Çamurun içinde hiç bozulmadan günümüze ulaşan gemi enkazlarından çıkanlar ve kazı çalışmasının fotoğrafları İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde görülebilir. 

Buradaki bulguların tamamının devamlı sergileneceği yeni bir müzenin ise proje kapsamında bu yeni durağın yanında yapılması düşünülüyor. 

Deniz Arkeolojisi Enstitüsü’ne göre Yenikapı’daki çalışmalarda elde edilen bulgular, Bizans gemi yapımı ve deniz ticaretinin Konstantinopolis ve geç Roma dönemi tarihindeki rolünü yeniden yazdırabilir.


Samatya


Yakınındaki Kumkapı gibi, Samatya da adını bir zamanlar burada yoğun olarak mevcut olan kumdan almış; ismi Yunanca’da kumlu anlamına gelen “psamathion”nun değişerek günümüze ulaşmış hali. 

Resmi olarak semtin adı Kocamustafapaşa, ama insanların çoğu hala “Samatya” diyor. Samatya, Tarabya, Pendik ve Langa gibi Bizans zamanından günümüze gelen ender semt isimlerinden.

Samatya’nın merkezindeki meydan hala çok güzel, etrafındaki bölge ise Nuri Bilge Ceylan’ın ödüllü filmi, aile onurunu konu alan Üç Maymun’un çekildiği yer. 

Meydanın hemen arkasındaki sokaklarda ise, Rum Ortodoks kiliseleri Aya Analipsis ve Aya Nikola var, ne yazık ki her ikisi de genelde kapalı. 

Gençosman İlköğretim Okulu’nu geçince bir İtalyan kilisesi göreceksiniz. İnsan bu semtte bir zamanlar Levantenlerin yaşamış olacağına inanamıyor. 

Değişik tarzda yapılmış çan kulesinin esir kampından getirtilmiş gibi bir izlenim bıraktığı kilise, burada yaşayan Süryaniler tarafından kullanılıyor.

XI. yüzyılda yapılmış olan Panaghia Peribleptos (Her şeyi gören Meryem) Kilisesi bugün Ermeni Surp Kevork Kilisesi ya da bahçesindeki ayazma nedeniyle Sulu Manastır olarak geçiyor. 

İlk olarak İmparator III. Romanos döneminde, 1031 yilinda yapılmış. Büyüklüğü dikkate alındığında Aya Sofya’dan sonra geliyor Surp Kevork. 1204 yılındaki Haçlı Seferi’nde yağmalanıp harabeye çevrilen kilise, VIII. Michael Palaeologos zamanında onarılıp yeniden ibadete açılmış. 

Fetihten sonra Bursa’dan getirttiği Ermeni cemaatini Samatya’ya yerleştiren Fatih Sultan Mehmed, kiliseyi patrikhane olarak kullanmaları için Ermenilere vermiş. 

Yıllar boyunca kilisenin mülkiyeti ile ilgili Ermeni ve Rumlar arasında pek çok anlaşmazlık yaşandığından halk arasında “Kanlı Kilise” olarak da isimlendirilmiş. 

1641 yılında patrikhanenin Kumkapı’ya taşınmasına rağmen, kilise Ermeniler’de kalmış. Ardarda gelen yangınlar ve restorasyon çalışmalarından sonra kilise, I. Dünya Savaşı sırasında askeri amaçlı kullanılmış. 1993 yılında restore edilmiş. Samatya; Kurtuluş ve Şişli gibi en büyük Ermeni nüfusa sahip semtlerden.

Kilisenin içinde büyük bir Ermeni okulu da var. Biz gittiğimizde teneffüstü, çocuklar bahçede koştururken aralarında Türkçe konuşuyorlardı. Bahçede sohbet ettiğimiz Halis Hanım, Anadolu’nun bir şehrinde doğmuş. Ailesi Alis adı dikkat çekmesin diye başına bir “H” koyup adını Türkçeleştirmiş. Bize eski Samatya’yı anlattı, insanların kapılarını kilitlemeden uyudukları eski güzel günleri…

Ana caddedeki Aya Menas Kilisesi 1833’de inşa edilmiş ve 1955’deki 6-7 Eylül Olayları’nda yıkılmış ama vakit geçirmeden yeniden yapılmış. 

Altında, III. yüzyılda İmparator Decian’ın Anadolu’daki Hıristiyanlara yaptığı zulüm sırasında öldürülen Aziz Karpos ve Papylos’un mozoleleri var. Şehirdeki benzerleri arasında en eskisi olan mozoleler, bir kahvenin hemen arkasına saklanmış. Biz kahveciye rica ettik, lüks ışığında bir dehlizden geçerek bize mozoleleri gösterdi!


Studios Manastırı


Samatya’daki en önemli anıtlardan biridir Studios Manastırı veya Aya Yani Prodromos (Vaftizci Yahya) Kilisesi. 

Adını Roma konsülü Studios’tan alan manastır 454 ve 464 yılları arasında yapıldığından bugüne ulaşan en eski Bizans manastırı ve kilisesi olarak biliniyor. 

Bir zamanlar 1000 kadar ikonodül keşişi külliyesinde barındırmış manastır. Yunanistan’ın Athos Dağı’ndaki kuralların temelleri burada atılmış. En ünlü başkeşişleri Studite Theodore (759-826), Büyükada’daki sürgün günlerinden sonra, en sonunda aziz mertebesine yükselmiş ve öldükten sona manastırın bahçesine gömülmüş. 

Onun liderliğindeki manastır, harika resimli el yazmalarının üretildiği bir merkez olmuş.

Studios Manastırı, her ne kadar dini çekişmeler yüzünden ara sıra kapansa da XV. yüzyıla kadar devam etmiş. 

1204 yılında Haçlılar tarafından yağmalanmış ancak VIII. Michael Palaeologos 1261’de tahtı geri alınca kutlamaların odak noktası olmuş. 1293’de kale gibi duvarlarıyla yeniden yapılan bina, 1453’e kadar bilginin merkezi olarak kalmış.

Manastır fetihten sonra İmrahor (At Uzmanı) İlyas Bey Camii’ne dönüştürülmüş ancak 1894 depreminde yıkılmış. Orijinal yer mozaiklerinin en güzellerini Türkiye’den götürülmüş çok sayıda eserin sergilendiği Atina’daki Benaki Müzesi’nde gördük. Keşke bu topraklarda kalsaydı dedik. Ne yazık ki manastırın kapısına kilit vurulalı yıllar olmuş. Yetkililer herhalde “bunlardan nasıl olsa bizde çok var” diye düşünüyorlar.

Manastırın biraz ilerisinde Hacı Manav Sokak’taki Ayios Konstantinos ve Helene Kilisesi’ne bir göz atmakta fayda var; kilise Karaman Kilisesi olarak da biliniyor. Orta Anadolu’daki Karaman’da yaşayan, Türkçe konuşan ancak Yunan alfabesiyle yazan, Karamanlı Rumlar tarafından kullanılmış. 1805 yılında yapılmış olan kilise en sonuncusu 1963 yılında olmak üzere birçok restorasyon geçirmiş.


Narlıkapı


Vaftizci Yahya’nın öldürülüşünün anıldığı her 29 Ağustos’ta Studios Manastırı’na gelen imparatorların şehir duvarlarından girişini sağlayan kapıymış. 

Bugün Narlıkapı hala ayakta ama Ermeni Surp Hovhannes Kilisesi’nin (pazar sabahları açık) arkasında kalmış; restore edilmemiş surlara bitişik kapıyı görmekte fayda var. Kilisede çalışanların çoğu eskiden Güneydoğu’da yaşayan Sason’lu Ermeniler.

Zilciyan. Ve o zilin çıkardığı ses, nerede olursam olayım bana Samatya sokaklarını hatırlatır. 17.yy‘da Samatya’daki metal alaşım kokan küçük atölyesinde, elinde çekiciyle zile ilk halini veren Kerope usta belirir zihnimin bir köşesinde. 

Alnına düşmüş beyaz saçlarını eliyle düzeltip, gözlüklerinin üzerinden bakar, “müzik başlasın” der. Ve baget zile ilk vurduğunda çıkan ses aslında, Samatya’nın Müşir Süleyman Paşa Sokağı’ndaki 45 numaralı atölyeden çıkan sesin devamıdır. Pink Floyd, The Beatles, Deep Purple, Rolling Stones gibi müziğe yön vermiş gruplar da bu zili kullanınca Zilciyan ailesinin yaptığı zillerin sesi tüm dünyada duyulmaya başlar. Asırlar geçer, Samatya değişir, ama sesi hala o eski atölyeden çıkan ses gibidir. Parlak, temiz ve İstanbul kokulu.



Samatya Meydanı



İçkalpakçı Çıkmazı, Samatya



Samatya Meydanı


Üzerine yığılan zamanı, yavaş yavaş meydanına süpürür Samatya. 

Eski Samatya ile yenilenen yüzü arasında çok fark olsa da insanı aynı samimiyetle aynı meydanda buluşur. Ya balık alır balık pazarından ya da oturur bir kahvesinde, sohbete dalar dostlarıyla. Yemek vakti geldi mi kimse kimseyi bırakmaz masadan. 

Dostlara yeni dostlar eklenir, muhabbete de yeni anılar. Etraf karanlık ile birlikte daha da kalabalıklaşır, sokağın ışıkları artar, sokağın sesi yükselir. Akşam olunca daha çok canlanır Samatya meydanı. İç içe geçmiş dükkanların sırtlarını dayadığı İstanbul Surları, Samatya kapısından denize açılır.



Samatya’da 165 yıllık ahşap konak


Yürürken, semtin değişmeyen yüzünü ara ara gösteren ahşap konaklar birden çıkıverir karşınıza. 

Bunlardan biri de meydandaki en eski yapılardan biri, Matya Kafe’nin bulunduğu konak. 

Matya, Rumca göz anlamına geliyor. Kafe’nin sahibi Mehmet Ali Çetin, doğma büyüme Samatyalı. 

Eskiden, Aya Nikola Kilisesi’nin çalışanlarının kaldığı bu 165 yıllık ahşap konak, şimdi Mehmet Bey’in evi. 

Kendisinden, evdeki her bir odanın girişinde kilise çalışanlarının isimliklerinin bulunduğunu öğreniyoruz. 

Şu an Matya Kafe olan dükkan, geçmişte Olimpos gazozlarının satış yeriymiş. Dükkanın önü, gazoz sırasına girenlerle dolup taşarmış. Evin restorasyonu sırasında mahzende bulunan gazoz şişeleri kafede sergileniyor. Bu kafe daha çok, 70’li yıllara ışınlandığınız bir evin salonunu andırıyor.



Matya Kafe, Samatya



Olimpos Gazoz Şişesi, Matya Kafe, Samatya


Türk Kahvesi eşliğinde mekandaki eski eşyaları, duvarlara asılan resimleri incelemek inanılmaz bir keyif. 

Mehmet Bey bize, Samatya’nın eski halinden bahsediyor biraz. 

Kendisi aynı zamanda meydandaki Tarihi Samatya Midyecisi’nin de sahibi. 

Çocukken, midye tezgahı arkasında boyu kısa kaldığı için, babasının dizdiği kasaların üzerine çıkıp çalışırmış. 

Samatya’da yıllardır “Midyeci Arap” ismi ile tanınıyor. 

Kafeden çıkarken, “Biz buralardayız, akşam yine uğrarız” diyoruz. Sokak aralarında bir şey kaçırmamız için Samatya’yı anlatan bir kitap tutuşturuyor elimize, gülümseyerek “Akşam geldiğinizde kitabı bırakırsınız” diye ekliyor. 

“Fazlası olsa sizde kalsın diyeceğim ama valla ben de kalmadı” diyor. Sözleşip ayrılıyoruz yanından.



Aya Yeorgios Kiparias Rum Kilisesi, Samatya



Müşir Süleyman Paşa Sokak, Samatya


İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden olan Samatya, eskiden sahil kenarındaki bir balıkçı köyüymüş. 

Adını da bulunduğu sahilin kumla kaplı olmasından almış. 

Semtin eski adı Psamathion, “kum – kumluk” anlamına gelen Psamathos’tan türemiş. 

Zaman geçtikçe de bu ad Samatya’ya dönüşmüş. 

Zamanında sahili kumlarla kaplı olan bu semt şimdi balık kokusunun peşine takılmış kedilerin toplanma yeri. 

İstanbul’un en tombul kedilerini burada gördük. Ya bir balıkçı tezgahının önünde ya da surların üzerinde güneşleniyorlardı.


Samatya’nın kedileri



Samatya Meydan’daki balıkçılardan Cihan Derya Balıkçılık standı


Samatya Meydanı’ndan Gümüş Yüksük Sokak’taki merdivenlere doğru ilerliyoruz. İkinci Bahar (1998-2001) isimli çok sevilen televizyon dizisine konu olan iki kebapçı, gerçek hayatta da buradalar. 

1912’de Gaziantep’te kurulan Develi’nin İstanbul’daki ilk şubesi, 1966’da Samatya’da açılan bu dükkan. Karşısında ise İkinci Bahar dizisinin başarısından sonra açılan, dekoru ve duvarlarındaki fotoğraflarla dizinin anısını yaşatan Ali Haydar İkinci Bahar isimli kebapçı. Ali Haydar’ın hemen yanında ise mahallenin başka yerde şubesi olmayan şarküterisi Namlı. Biraz yürüyelim, karnımız acıkınca ayaklarımız bizi bu sokağa geri getirecek nasıl olsa.



Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi’nin çan kulesi



Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi’nin iç bahçesi


Gümüş Yüksük Sokak’taki merdivenleri çıkıp, ana caddede Surp Kevork Kilisesi’ne doğru yürüyoruz. 

Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi’ni geçince soldaki sokaktan sesler yükseliyor. 

Özel Şahakyan Noryan Ermeni Lisesi’nin demir kapısının önünden başlayan pazar tezgahları yukarı doğru sıklaşıyor. 

Bir semti iyi tanımak istiyorsanız pazarına gidin derler. 

Biz de hiç planda yokken, Cumartesileri kurulan semt pazarının ortasında buluyoruz kendimizi. 

Her tezgahtan iddialı sesler yükseliyor. Bir pazarcı dünyanın en tatlı portakalını sattığını söylerken, diğeri ayvalarını “pasta gibi” diyerek övüyor. 

Ufak bir İstanbul trafiği aslında buranın trafiği, araç yerine yaya trafiğinde bekliyoruz sadece. Kalabalığın akışına kapılıp, kendimizi balıkçı tezgahının önünde buluyoruz. “Balıklar bu sene bol, fiyatlar da o kadar az haliyle” diyor balıkçı. 

Aslında o çinekoplarda gözümüz kalıyor ama tüm gün yanımızda taşıyamayız, “akşam yine uğrayalım” diyoruz acaba biter mi endişesiyle.



Samatya’daki Cumartesi Pazarı’nda küfede sergilenen ayvalar



Samatya’daki Cumartesi Pazarı’nda balık standı


Fatih Sultan Mehmet zamanında, Bursa’dan gelen Ermeni ailelerin yaşadığı yer olarak da biliniyor Samatya. 

Surp Kevork Kilisesi de zamanında Ermeni Cemaati için Patrikhane olarak tahsis edilmiş. 

Patrikhane’nin yeri değişip Kumkapı’ya taşınsa da önemini yitirmemiş. 

Kilisenin çanı ile ilgili de bir efsanesi var. 

Çanın altın karışımı kullanılarak Ruslar tarafından yapıldığı rivayet ediliyor. Çalındığı zaman öyle bir ses çıkarırmış ki, Büyükada’dan duyulurmuş. Bu kilisenin yetimhanesinde büyüyen Kerope Zilciyan’ın bu çanın sesinden etkilenip zil yapmaya başladığı da söylenir.



Kirkor Usta 1982’den beri Samatya’da demir doğrama atölyesinde işinin başında. (Kirkor Veske)


Kiliseden çıkınca hemen yolun karşısında, sol tarafta ufacık bir dükkan vardır. Dükkanın ufacıklığına bu kadar kitabın nasıl sığdığı ise bir sır. 

Mahallenin kitapçısı Samatya Sahaf, belki de bulmayı hiç ummadığınız kitapları karşınıza çıkarır. 

Mahallede hangi diller konuşuluyorsa o dilde yazılmış kitapları burada bulabilirsiniz. Kitapçıyı geçince ise Mimar Sinan’ın Samatya’da bulunun iki eserinden biri Abdi İbrahim Paşa Cami’yi görüyoruz. 

Yapıldıktan sonra geçirdiği değişimler ile ilk haline uzak olsa da dışarıdan bakıldığında verdiği huzur hala aynı. Mimar Sinan’ın bir diğer eseri ise yolun hemen aşağısında yer alan Ağa Hamamı.



Samatya Meydanı’ndaki Tarihi Emirgan Kahvesi


Yolu bilmeden, eski evlerin arasından denize doğru yürüyoruz. 

Güneş, hafif hafif gösterdiği yüzünü bu defa hiç sakınmadan sunuyor bütün gökyüzüne. Kış güneşinin tadını çıkarmak isteyen herkes meydanda toplanmaya başlamış. 

Ayaküstü sohbet edenler, yürüyenler, yemek yiyenler, yemek için tercih yapmaya çalışanlar… derken surların arasından Samatya Kapısı’na geliyoruz. 

Kapının hemen yanında Tarihi Samatya Midyecisi var. 

Bu dükkan Bizans zamanında sur kapısının karakoluymuş .

Midyeci Arap ile yine karşılaşıyoruz. Bizi surların daha iyi göründüğü üst kata çıkarıyor. Surların üstünden bizimle aynı yöne ama sanki farklı bir zamana bakıyor.

 “Sahilde 200 kayık olurdu akşamları” diyor. “Herkes ne balık tuttuysa onları satar, kendileri de ne kalırsa oturur yerdi etraftakilerle. Şimdi o tahta iskeleler, tekneler kalmadı tabi” diyor. Ve ekliyor, “Asıl Yorgo amca olsaydı o anlatırdı daha detaylı da şimdi yok” diyor biraz hüzünlü.



Samatya Kapısı


Sur kapısından çıkar çıkmaz duvarın içine gizlenmiş Arpacı Mehmed Efendi adına 1796 yılında yaptırılan tarihi çeşmeyi görüyoruz. 

Çeşmenin yanından devam edip İçkalpakçı Çıkmazı’na giriyoruz. 

Tren istasyonu ile surların arasına sıkışmış bu çıkmaz sokakta yan yana dizilmiş cumbalı evleri izliyoruz, tıpkı eski bir İstanbul fotoğrafına bakar gibi. 

Pembe kapılı evden bir teyze çıkıyor. Karşılıklı selamlaşıyoruz, “gençler burası çıkmaz” diyor. Biz de gülerek “çıksak nereye gideceğiz ki” diyoruz, “ne güzel bir sokak”.



İçkalpakçı Çıkmazı, Samatya



İçkalpakçı Çıkmazı, Samatya


Eskiden bu trafiğe kapalı çıkmaz sokak, çocukların oyun alanıymış. Saklambaç oynadıklarında istedikleri eve girip saklanırlarmış, kapılar hep açık olurmuş. 

Kimse de “sen bu eve neden girdin” diye sormazmış çocuklara. 

Çocuklar da ebe onları görene kadar saklanırmış komşuların evlerinde. Bu sokaktaki evlerin bahçeleri evlerden ayrı. Aradaki sokağın yüksek duvarında, tren istasyonu tellerine sırtını vermiş ağaçlar gölgeliyor sokağı.



Narlıkapı Çıkmazı’ndan görünen tren yolu


Çıkmaz sokağı bitirip yeniden geri dönüyoruz. 

Bu defa Narlıkapı istikametinde denizi solumuza, deniz havasını da ciğerlerimize alıp devam ediyoruz. 

Tren yoluna yaslanmış ahşap evlerle dolmuş çıkmaz sokaklar, solda Narlıkapı Çıkmazı, sağda Arap Kuyusu Çıkmazı. 

Narlıkapı Çıkmazı yürümesi hem zevkli hem de arada gizlenen ahşap evleri ile sürprizlerle dolu. 

Tren raylarının altındaki merdivenlerden yürüyüp, yolun diğer tarafına geçiyoruz. 

Solumuzda, bir duvarın arkasından, okyanustaki şamandıra gibi yükselen çan kulesi dikkatimizi çekiyor. 

Daha önce gördüklerimize hiç benzemiyor. Sokak yine cumbalı evleriyle geçit yapıyor yanımızdan. 

Kapıları açılıyor, kapılar kapanıyor. 

Mahallede sanki bir devirdaim hali. Çocuklar bir topun peşinden koşuyor gülerek. Bir diğer grup başka mahalleye maç yapmaya gidecek takımı seçiyor, daha genç olanı elinde tuttuğu topu parmağında çevirirken. 

Duvarın hemen köşesinde iki kişi sohbet ediyor. 

Daha ince yapılı, uzun boylu olanı ile göz göze geliyoruz. Açık mı diye soruyorum demir kapıyı göstererek. O da başını sallıyor, “tabi tabi zile basın” diye ekliyor hafif tebessüm ederek. 

Zile basıyorum. Biraz tereddütlü. Zil içeride yankılanıyor, keskin bir ses çıkıyor ama hiç öyle filmlerdeki gibi duvardaki güvercinler havalanmıyor. Onlar alışmış. Biz alışmak üzereyiz.



Samatya Kilisesi


Bir daha basıyoruz zile. Yine keskin bir ses yankılanıyor içeriden. İnce yapılı olan yanımıza geliyor bu defa, tanımamışlardır sizi belki ondan açmamışlardır diyor, “bugün ayin yok, ondan ziyaretçi beklemiyorlardır” diye ekliyor. 

Yanımıza gelip bir de o çalacakken zili kapı açılıyor. Kapıyı açan görevliye “içeriyi gezebilir miyiz?” diye soruyoruz. O da gülümseyerek bizi onaylıyor, içeri davet ediyor. Küçük bir avluya açılan demir kapıdan geçip hemen avlunun köşesindeki ağacın yanından iki üç basamak aşağıya iniyoruz. 

İçeride öğrenciler var diyor görevli sesini alçalarak. 

Biz de aynı ses seviyesine inip oradan devam ediyoruz konuşmamıza. Mavi sütunları ve ikonalarıyla sade, küçük ama ferah bir kilise burası. İçeride 7-8 öğrenci var, öğretmenlerinin anlattıklarını dinliyorlar. 

Aslında Latin kilisesi olan yer aynı zamandan Süryani Katolikler tarafından da kullanılıyor. Samatya Kilisesi olarak bilinen yerin asıl adı Katolik Meryem Ana Kilisesi. Hemen yanından geçen demiryolunu yapan Alman şirketin işçileri için yapılmış. Kilisenin yoldan geçerken görünen, demirden yapılmış çan kulesi de anlamlı oluyor bu bilgiyi öğrendikten sonra.
 


Samatya, Bestekar Hakkı Sokak’taki eski evler



Hacı Hüseyin Cami Sokak’taki eski evler



Samatya, İmam Aşir Sokak’ta yan yana beton ve ahşap evlerİmrahor Parkı, Samatya (Emre Belezoğlu Parkı)


Kilisenin bulunduğu Hacı Hüseyin Cami Sokak’tan yukarı İmam Aşir Sokağı’na doğru çıkıyoruz. İki ahşap ev birbirine dayanmış yıllara direniyorlar. Hemen ilerisinde ise bu direnmeden kısmen galip çıkmış İmrahor Cami yer alıyor. Diğer adı ile, Studios Manastırı’nın bir parçası olan Vaftizci Yahya Kilisesi. 1486 yılında İmrahor (At Üstadı) İlyas Bey tarafından camiye dönüştürülmüş. İstanbul’da ayakta kalan en eski dini yapı olarak bilinen bu yer 1894 yılındaki depremde çok hasar almış. Caminin minaresi kısmen ayakta. Kubbesi çökmüş. Ama yapıyı gözünüzde canlandıracak tüm temel hala yerinde. Yapıda şuan restorasyon çalışmaları devam ediyor.



İmrahor Camii, Samatya



Aya Konstantino Rum Ortodoks Kilisesi’nin çan kulesi


Kilise Sokak’tan İmrahor İlyasbey Caddesi’ne çıkarken, çan kulesi ile dikkat çeken yer ise Aya Konstantino Rum Ortodoks Kilisesi. 

Cadde boyunca yürüyüp tekrar meydana geliyoruz. Hava hafif kararmış, hem dinlenmek hem de içimizi ısıtacak bir şeyler içmek için ara sokakta, hemen Ayanikola Kilisesi’nin karşısındaki Telis Kafe’ye atıyoruz kendimiz. 

Soba başında çay veya kahve içebileceğiniz, geleneksel dekorasyona sahip bu kafe 20 yıldır burada. Üst katı küçük bir Samatya manzarası sunuyor. Hem kilise bahçesini hem de meydanı görüyor. Bir evin salonu gibi döşenmiş, eski eşyalarla dolu mekanda, huzurla bir şeyler okurken kahvenizi yudumlayabilirsiniz.


Ayanikola Kilisesi, Samatya



Telis Kafe’nin üst katı, Samatya



Telis Kafe’nin üst katı, Samatya


Gün boyunca Samatya’ya sık sık gelme sebebimiz olan restoranlara uğradık, özlediğimiz lezzetlerden azar azar tattık. 

İstanbul’da taze balıkların yanında en iyi Rum ve Ermeni mezelerini tadabileceğiniz restoranlar Samatya’da bulunuyor.

Mezeleri ödüllü olan Günbilir’de topik ve balık böreği lezzetliydi. 

Develi’nin teras katından Samatya Meydanı’nı kuş bakışı izlemek günün her saati çok keyifli.

Ali Haydar İkinci Bahar’da özellikle ocakbaşında oturmak ve usta ile sohbet etmek çok eğlenceli. 

Tarihi Emirgan Kahvesi’nin taburelerinde meydana karşı oturup, hemen yandaki Develi Baklava’dan aldığımız fıstıklı yaprak sarmayı çay eşliğinde yemek ise mahalle ruhunu bize bir kez daha yaşattı. 

Hem kitabı bırakmak hem de bir Türk Kahvesi içmek için Matya Kafe’ye tekrar uğradık. Samatya’da restoran konusunda seçenek çok ama aralarında rekabet yok. Hepsi akraba, hepsi eş dost. Onlar için yemeğinizi Samatya yemeniz büyük mutluluk, hangi mekanda yediğinizin hiç önemi yok. 




Günbilir’de balık böreği, Samatya


Samatya’da günü bitirmek üzereyken telefona bildirim geldi. 

Rolling Stones 10 yıl aradan sonra yeni bir albüm çıkarmış, Blue & Lonesome. 

Zilciyan zillerini kullanan ilk rock gruplardan biri olan Rolling Stone’dan tam zamanında bir sürpriz. 

İlk parçasını açtık Spotify’dan “Just Your Fool”. Samatya’dan uzaklaşırken şarkıdaki tınılar ile yeniden Samatya’ya vardık.

Zilciyan Usta’nın 45 numaradaki atölyesine. Sahil yolunda, Sultan Ahmet Camii’nin ışıklarında süzülen martılar kar tanesi gibi görününceye kadar devam ettik, bir yandan Samatya konuşup bir yandan müzik dinlemeye.



Ermeni Katolik Kilisesi, Samatya


Özetle;


İstanbul'un Fatih ilçesine bağlı, Marmara Denizi kıyısında yer alan, tarihi ve kültürel açıdan çok zengin bir semttir.

Kısaca Samatya hakkında:

Tarihi: Bizans döneminden beri yerleşimin olduğu bir bölgedir. Eski adı "Psamatheia"dır, bu da Yunanca'da "kumluk" anlamına gelir.

Mimari: Tarihi kiliseleri, eski Ermeni ve Rum mahalleleriyle ünlüdür. Samatya'da özellikle çok sayıda Ermeni kilisesi bulunur.

Balık Lokantaları: Marmara kıyısında olması nedeniyle balık restoranları ve meyhaneleri çok meşhurdur. Samatya Meydanı bu konuda çok canlıdır.

Hastane: Türkiye'nin en eski hastanelerinden biri olan İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi (eski adıyla Samatya Hastanesi) burada yer alır.

Dizi ve Film Çekimleri: Eski İstanbul'u yansıttığı için birçok dizi ve film Samatya'da çekilmiştir (özellikle "Ezel" gibi dizilerde sahneler vardı).

Semtin havası:

Dar sokaklar, yaşlı ağaçlar, eski taş yapılar ve deniz kokusuyla İstanbul'un eski zamanlarını yaşatan bir yerdir. Biraz nostaljik, biraz da sıcak bir ortamı vardır.


Samatya'nın Daha Derin Özellikleri:


✅ Kültürel Çeşitlilik:
Samatya tarih boyunca Ermeni, Rum ve Türk topluluklarının bir arada yaşadığı bir yer olmuş. Özellikle Osmanlı döneminde çok kültürlü bir yapıya sahipti. Bugün hâlâ Samatya'da Ermeni kiliseleri, Rum Ortodoks kiliseleri ve camiler yan yana bulunuyor.

✅ Önemli Yapılar:

Surp Kevork Ermeni Kilisesi (Sulu Manastır): 5. yüzyıldan kalma çok önemli bir kilisedir. Hâlâ faal.

Aya Menas Rum Ortodoks Kilisesi: Bizans döneminden kalma bir başka tarihi yapı.

Samatya Sahil Yolu: Deniz kenarında yürüyüş ve balık tutmak için halkın çok kullandığı bir yer.

Eski İstanbul Evleri: Ahşap, cumbalı, birkaç katlı klasik İstanbul evleri burada hâlâ görülebilir.

✅ Ekonomik Hayat:
Eskiden balıkçılık ve zanaatkârlık çok yaygındı. Hâlâ bölgede küçük esnaflar, marangozlar, demirciler bulunur. Son yıllarda ise kafeler ve restoranlar arttı.

✅ Ulaşım:
Samatya, Marmaray hattı ve sahil yolu üzerinden kolayca ulaşılabilecek bir yerdedir. Ayrıca otobüs ve minibüslerle de bağlantı çok rahat.

✅ Günümüzde Samatya:
Eskiden daha sakin bir semtken, bugün biraz daha canlı ama hâlâ “eski İstanbul” havasını koruyor. Deniz kenarında balık tutan yaşlılar, dar sokaklarda oynayan çocuklar hâlâ Samatya'nın ruhunu yaşatıyor.

✅ Efsaneler ve Hikâyeler:
Samatya hakkında İstanbul efsanelerinde birçok hikâye anlatılır. Özellikle "denizden çıkan gizemli sesler" ve "kaybolan balıkçılar" gibi halk hikâyeleri meşhurdur.





Kaynaklar

https://bayaiyi.com/samatya-rehberi/
https://www.saffetemretonguc.com/yenikapi-ve-samatya/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TPS (Toyota Production System) ve PUKÖ - Pareto Analizi

Çöp DNA (İnsan DNA' sının %98' i)

Bakım Yönetimi