Dünyayı su savaşları mı bekliyor?
Dünyada 884 milyon insan suya erişim sıkıntısı yaşıyor. Suyun paylaşımı da tarih boyunca gerginliğe neden oldu.
"Temiz içme suyuna ve hıfzıssıhhaya ("sağlıklı yaşamak için gereken önlemlerin bütünü") erişim, yaşamdan ve tüm insan haklarından faydalanmak için temel bir insan hakkı olarak tanınmaktadır."
28 Temmuz 2010 tarihli bu kararla Birleşmiş Milletler, suya erişim hakkını temel insan hakkı olarak tanıdı. 1993 yılından bu yana da 22 Mart'ta Dünya Su Günü adı altında insanlığın karşı karşıya olduğu su krizine dikkat çekiliyor. BM verilerine göre dünyada şu an 884 milyon insanın güvenli içme suyuna erişimi yok. 2050 yılı itibariyle bu sayının 5.7 milyara çıkması bekleniyor. Giderek büyüyen bu tehdit, sosyal ve siyasi gelişmeleri de tetikliyor. Tarih boyunca savaşlara ve ihtilaflara neden olan su paylaşımı konusu, ülkelerin dış politasının şekillenmesinde önemli rol oynuyor. O ülkelerden biri de Fırat ve Dicle gibi geniş bir coğrafyanın can damarı olan iki nehrin çıkış noktası konumundaki Türkiye.
Türkiye'nin daha önceki yıllarda su politikaları nedeniyle Arap Birliği ve İslam Konferansı Örgütü gibi kuruluşlara şikayet edildiğini hatırlatan Galatasaray Üniversitesi'den Doç. Dr. Ali Faik Demir, suyun bölge için önemini "Ortadoğu'da her zaman 'casus belli' (savaş nedeni) su paylaşımıydı" sözleriyle özetliyor.
Şu an bölgede yaşanmakta olan çatışmalar nedeniyle su paylaşımının gündemden düştüğünü vurgulayan Demir, konunun yakın zamanda bir soruna dönüşebileceği uyarısında bulunuyor. Demir, "Suriye ve Irak'taki toprak paylaşımı ve egemenlik paylaşımı alanlarında, su kaynaklarının kimin elinde olacağı ve enerji kaynaklarının kimin elinde olacağı bir tartışma konusu olacak. Daha sonra o birbirlerine karşı bir silah haline dönüşebilecek. Su oradaki yaşamın en temel göstergesi. Her yerde olduğu gibi kıt bir kaynak" diyor.
Dünyayı su savaşları mı bekliyor?
Su kaynaklarının kısıtlı olduğu bölgelerde su kaynaklı çatışma riski, her zaman bulunuyor. "Su'dan Savaşlar" adlı kitabın yazarı olan Hidropolitik Akademi Merkezi Direktörü Dursun Yıldız, bu riski "Gelecekte su ile ilgili gerginlikler yaşanacaktır. Hatta bir savaş da çıkabilir" sözleriyle dile getiriyor.
Ancak Yıldız'a göre dikkat edilmesi gereken bir nokta var. DW Türkçe'ye konuşan Yıldız "Bunun doğrudan su nedeniyle çıkan bir savaş mı yoksa su gerilimi bahane edilip, kullanılarak çıkartılan bir savaş mı olacağına iyi bakmak gerekir" değerlendirmesinde bulunuyor.
Yıldız, suya erişim için bazı coğrafyalarda verilen mücadeleyi de adeta bir savaşa benzetiyor. Dursun Yıldız, "Hangi savaşta her gün çoğu çocuk olmak üzere ortalama 1000 kişi hayatını yitiriyor. Ama sağlıklı ve yeterli suya ulaşamayan 1000 kişi her gün ölüyor" diyor.
Su, silah olarak mı kullanılıyor?
Suyun stratejik önemi özellikle çatışma bölgelerinde öne çıkıyor. Savaşlarda taraflar suyu kontrolü altında tutan cephe olmak için çaba sarf ediyor.
Hidropolitik Akademi Merkezi'nden Yıldız da suyun tarihsel olarak savaşlarda bir silah olarak kullanıldığının altını çiziyor. Yıldız, su kaynaklarının barajları yıkıp suni taşkınlar yaratmak için kullanıldığını hatırlatıyor.
IŞİD gibi örgütler de suyun stratejik öneminin farkında. DW Türkçe'ye konuşan Yıldız, "Su kaynakları ve bunları kontrol etme imkanı sağlayan barajlar, savaş harekat planları içinde kontrol edilmeye çalışılan en önemli yapılardır. Bunların kontrolü gerek savaş süresince gerekse savaş sonrasında çok büyük bir stratejik avantaj sağlarlar. Bu stratejik avantajı Suriye'de İŞID tarafından kontrol edilmeye çalışılan bölgelerde ve daha sonra da Kuzey Suriye'de oluşturulmaya çalışılan yeni sınırlarda açıkça gördük" diyor.
Demir: Türkiye suyu silah olarak kullanmadı
Su paylaşımı konusu Türkiye ile komşuları arasında 80'li ve 90'lı yıllarda gerginliklere neden oldu. Gerginliğin merkezinde, Türkiye'nin Fırat ve Dicle havzasına 22 baraj ve 19 hidroelektrik santral kurulmasını öngören Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) yer aldı. Fırat nehri üzerine kurulan Atatürk Barajı'nı da kapsayan proje, Türkiye'nin suyu azaltacağı endişesini taşıyan Suriye ile gerginliği tırmandırmıştı.
"Türkiye suyu silah olarak hiçbir zaman kullanmadı" diyen Doç. Dr. Demir, GAP'ın bölgesel bir kalkınma projesi olduğunu dile getiriyor. Galatasaray Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Demir, "Tarımın ve oradaki ekonominin kalkınması, Irak ve Suriye'deki bölgelerle aradaki uçurumu artırması rahatsızlık yarattı. Su değil, bölgesel kalkınmadaki farklılıklar komşu ülkelerde rahatsızlıklar yarattı" diyor.
Demir, Türkiye'nin suyun paylaşımı konusunda çok sayıda proje ürettiğine de dikkat çekiyor. Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde Ortadoğu'ya su satışı sağlamayı hedefleyen "Barış Suyu" gibi bir projenin hazırlandığını hatırlatan Demir, ülkeler birbirine güvenmediği için bu projenin kabul görmediğini söylüyor.
Türkiye su fakiri mi olacak?
Yarı kurak iklim kuşağında bulunan Türkiye'de kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.519 metreküp. Bu durum Türkiye'nin su stresi çeken ülkeler arasında yer almasına neden oluyor. Türkiye'de 2030 yılı itibariyle kişi başına düşen su miktarının ise 1100 metrekübe düşmesi bekleniyor. Bu durum Türkiye'nin su fakiri ülkeler arasına girebileceği anlamına geliyor.
Hidropolitik Akademi Merkezi Direktörü Dursun Yıldız, Türkiye'nin durumunu, "Türkiye su zengini bir ülke değil. Aslında su fakiri de değil. Su kaynaklarını akılcı planlı verimli kullanmak durumunda olan bir ülke" sözleriyle açıklıyor. Yıldız, Türkiye'nin su kaynaklarına tehdit olarak iklim değişimi, kırsaldan kente göç ve kirlilik gibi başlıkları sıralıyor.
Peki Türkiye su fakiri olmamak için neler yapabilir? Su politikaları uzmanı Yıldız, Türkiye'nin altı yıl önce başlattığı su yönetiminde kurumsal altyapı ve yasal düzenleme çalışmalarını tamamlamadığına dikkat çekiyor.
Yıldız, "Su Bakanlığı kuruldu. Yeni kurumsal yapılar oluştu. Ancak su yasası halen çıkmadı. Tarımsal sulamada su kullanıcı örgütlerinin kurumsal zafiyetleri sürüyor. Su yönetiminde katılımcı anlayış hala oturmadı. Türkiye su yönetimi özellikle iklim değişimine hazırlık yapma konusunda biraz geç kalıyor" diyor.
ABD'de hazırlanan bir rapora göre, 2020'den sonra su savaşları yaşanabilir.
Amerikan Ulusal İstihbarat Müdürlüğü'nün raporuna göre, dünyada içme suyu kaynakları, 2040 yılına kadar küresel talebe cevap veremeyecek duruma gelecek. Dolayısıyla 2020'den sonra su savaşları yaşanabilir.
22 Mart Dünya Su Günü'nde yayımlanan raporda; Ortadoğu, Güney Asya ve Kuzey Afrika, su kıtlığının en şiddetli hissedileceği bölgeler olarak sıralandı.
Su kaynaklarına ilişkin sıkıntı, gelişmekte olan ülkelerin hidroelektrik santrallerinden enerji elde edilmesini güçleştirecek, ekonomik potansiyellerini olumsuz etkileyecek.
Yeraltı su kaynaklarına aşırı yüklenilmesi de, toprağın kalitesini olumsuz etkileyecek, bağlantılı olarak gıda üretimini baltalayacak, bu da sosyal patlamalara yol açabilecek.
Önümüzdeki 10 yıl için su savaşları öngörüsü yapılmasa da, hâlihazırda 7 milyar olan dünya nüfusunun artışı bu hızla sürdükçe, su kaynaklarının azalması ve kirlenmesiyle yeni sorunlar ortaya çıkabilir.
Öyle ki, 2030'da su talebi ile arzı arasındaki fark, yüzde 40'a çıkacak.
Ve su, uluslararası ilişkilerde bir silah ya da baskı unsuru haline gelecek.
Küresel ısınmasının su kaynakları üzerindeki etkisini, 2040'tan sonra daha da artırması bekleniyor.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından özel olarak incelendiği belirtilen rapor bir tavsiyeye de yer veriyor, suyun yüzde 70'i tarım alanında tüketildiği hatırlandığında, tarımsal teknolojinin geliştirilmesi, kentlerde su tasarrufuna gidilmesi, süreci uzatabilir
Mavi Altın’ için savaş tamtamları çalmaya başlıyor…Küresel ısınma, kuraklık, seller, kar fırtınaları, ani mevsim değişiklikleri, buzulların erimesi. Hava sıcaklıklarının iki gün arasında on dereceye kadar artması veya düşmesi ve neticesinden su kıtlığı
Su… Hayatımızın olmazsa olmazı…
Önemini, çok basit bir misal olacak ama vücudumuzdaki yüzdelik orandan da -yüzde 70’ler civarında- anlayabiliriz.
Uluslararası deyimiyle suyun stratejik adı “Mavi Altın”dır!..
Peki, su için birbirimizi öldürür müyüz? Kanlı savaşlar çıkar mı? “Bir bardak suda” boğulur muyuz?!.
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, böyle bir savaşın öngörülebilirliğine değinirken; Dr. İsmail Kapan, 2007’de çıkan “Suyun Stratejik Dalgaları” isimli kitabında böyle bir ihtimalden bahsetmiş ve “Dünya’yı su savaşları mı bekliyor?” diye sormuştu.
“Küresel Isınma (Global Warming) nedir?” diye soracak olursanız, sera gazı olan karbondioksitin salınımının artması dolayısıyla dünyanın ortalama sıcaklığının yükselmesi diyebiliriz. İşte bu artıştan sonra yaşadıklarımız ise iklim değişikliği oluyor. Tüm bu yaşananlar, kimi yerde aşırı sıcaklara, kimi yerde aşırı yağışlara, kimi yerdeyse aşırı kar yağışlarına sebep oluyor.
Şunu belirtelim. Dünyanın ve ülkemizin dört bir yanı yağış alacak ancak yağış görülen kesimler kuzey çevreleri olacak. Prof. Dr. Kadıoğlu da, sıcaklık arttıkça hidrolojik su çevriminin de hızlanacağını fakat yağışların kuzeye kayacağını söylüyor. Bu şu anlama gelmektedir. Küresel ısınma ile yağışlar azalmayacak ama yere düşüş şekli ve bölgesi değişecek!
Bu da her şeyi açıklar nitelikte. Uzmanlar, “yağışın miktarının değil, rejiminin önemli” olduğunun altını çiziyor zira…
Kadıoğlu, “Dünyayı boş verin, Türkiye’de şehirler arasında su savaşları çıkacak. İstanbul, Edirne ve Kırklareli’den su isteyecek ama orada da kuraklık olacağı için o şehrin halkı su vermek istemeyecek. Köyler arasında bile su kavgası çıkacak. İnsanlar diğer şehirlere giden su borularını kesecek!” ‘kehâneti’nde bulunuyor. Korkutucu değil mi?
Öyle veya böyle… Olur ya da olmaz fakat buna hazırlıklı olmamız lazım. İklim değişikliği ve hava durumu su kıtlığında son bakılıp aranacak son sebeptir. Yanlış/yersiz arazi planlaması, sanayi bölgelerinin yanlış seçilmesi, su havzalarının yerleşime açılması ya da kirletilmesi su kıtlığının asıl sebebi olarak göstermekte Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu…
Mesela, Sultanbeyli… Plansız programsız kocaman bir şehir âdeta… Kadıoğlu, Sultanbeyli için “buraya yağan yağmur eskiden toprağa sızarak Ömerli Havzası’na gidiyordu. Şimdi çatılardan yollardan kanalizasyona akıp denize gidiyor” demekte…
Meğerse ne kadar önemli imiş “havadan sudan” konuşmak!
Bu deyimi kullanırken de “havadan sudan” sebeplere yormamak lazım kanımca…
Peki ülkeler/şehirler arası bir “su savaşı” çıkar mı?
Hatırlanacağı üzere Arap ülkeleri ve İsrail arasında defalarca su savaşı yaşandı. Hatta öyle ki, İsrail ile Suriye arasındaki savaş hâli günümüzde bile resmen sona ermiş değil. İki ülke arasındaki ihtilafın en önemli noktasıysa, su rezervleri açısından büyük öneme sahip “Golan Tepeleri” meselesi… İsrail, Golan Tepelerini geri verse dahi suyun kendisine kalmasında baskıcı bir tutum sergilemekte…
Ayrıca ABD istihbarat birimlerinin 2012’nin Mart ayında hazırladığı bir raporda da, dünyayı su savaşlarının beklediği, kuraklık, seller ve taze su eksikliğinin önümüzdeki yıllarda önemli bir küresel istikrarsızlık ve çatışmalara yol açacağı belirtilmişti.
Gazeteci-Yazar Dr. İsmail Kapan’ın, “Suyun Stratejik Dalgaları” kitabı da işte bu açıdan çok önemli. Dr. Kapan’ın kitabından cımbızladığım alıntılarda şu hususlar çok önem arz etmektedir:
- Merkezi Washington’da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, 1986'da durup dururken, “Orta Doğu’nun Su Sorunu” başlıklı bir rapor yayınlar. Raporda, bölgedeki kuraklığın artacağı, nehir debilerinin azalacağı, günlük hayatta suyun petrolden daha değerli olacağı gibi araştırma sonuçlarına yer verilir ve bir de ‘kehanet’te bulunulur: “Nil, Ürdün ve Fırat… Orta Doğu’da, gelecekteki bir savaş, mutlaka bu üç nehrin sularının paylaşılmasından çıkacak…
- (…) Enerji alanında petrolün alternatifleri çoktur. Oysa hayat kaynağımız olan suyun alternatifi bulunmamaktadır. Yani suyun yerine bir başka madde ikame edilmesi mümkün değildir!
- Ürdün eski Kralı Hüseyin’in şu beyanı dikkat çekicidir. “Hiçbir konu İsrail ile tekrar savaşa girmeye bizi zorlayamaz. Su hariç.”
- BM eski Genel Sekreteri Butros Gali, Mısır’ın Dışişlerinden sorumlu Devlet Bakanlığı sırasında “Orta Doğu’da bundan sonraki savaş, politik nedenlerle değil, su yüzünden çıkacak” demiştir.
- İsrail eski Savunma Bakanı Moşe Dayan’ın 1974’te yaptığı şu açıklama da aynı konuda dikkat çekicidir: “İsrail için su o kadar önemlidir ki, biz 1967’de Araplarla savaşa biraz da su kaynaklarını kontrol altına alabilmek için girdik…”
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere evrensel boyutta su krizi giderek kaçınılmaz bir boyuttadır. Hatta bazı araştırma ve tahminlere göre, 2025 yılından itibaren üç milyardan fazla insanın su kıtlığı ile yüz yüze gelmesi kaçınılmaz olarak görülmektedir.
Bizlere düşen görev ise, en azından kullanıcı boyutunda, suyu israf etmemek ve bu yönde küresel ölçekte tabiatımızı korumamızdır. Ne kadarını yapabiliyoruz tartışılır fakat elimizden ne geliyorsa, karınca misâli bunu yapmak insâni vazifemiz olmalıdır.
Yoksa “Âb-ı hayat, zulümâtta bulunur” diye diye o karanlıkta debelenir dururuz.
Kaynaklar
https://medium.com/@atasoyirfan/havadan-sudan-sebeplerle-su-sava%C5%9Flar%C4%B1-na-haz%C4%B1r-olun-b9d5790511f9
https://www.trthaber.com/haber/dunya/2020de-su-savaslari-yasanabilir-33700.html
https://www.dw.com/tr/d%C3%BCnyay%C4%B1-su-sava%C5%9Flar%C4%B1-m%C4%B1-bekliyor/a-43092317
Yorumlar
Yorum Gönder