Deniz salyası: Marmara Denizi' nin CORONA' sı.
Deniz salyası ya da bilimsel adıyla ‘müsilaj’ denizlerimizde artan deniz suyu sıcaklıkları ve insan kaynaklı baskıları (evsel ve sanayii kaynaklı atıklar, arıtım seviyelerindeki yetersizlikler, aşırı balıkçılık vs.) ile tetiklendiği düşünülen organik bir oluşum. Sümüksü yapısı dolayısıyla özellikle deniz tabanında yaşayan canlılar olmak üzere tüm ekosistemi olumsuz etkiliyor. Dengenin bozulmasının daha büyük ekolojik bozulmalara (dip sularında oksijen tükenmesi, canlıların toplu ölümleri gibi) yol açabileceği öngörülüyor.
Deniz salyasının uzun vadede neden olabileceği tahribatın önüne geçmek için acilen bilimsel yaklaşımlarla önlemler alınmalı. Bu önlemlerin başında karasal atıkların kontrol altına alınması geliyor. Çözüm ise açıkçası kısa sürede mümkün değil, sabır ile önlemleri uygulayarak Marmara’ya gözümüz gibi bakmamız gerekiyor.
Bu yazıda deniz salyasının nedenlerini, sonuçlarını ve denizlerimizi korumak için neler yapılabileceğini ele alıyoruz.
Müsilaj nedir, nasıl oluşur?
Deniz salyası, ya da bilimsel adı ile ‘müsilaj’ (İng. mucilage), deniz yüzeyinde kısa zamanda görünür olarak ortaya çıkan beyaz-kahverengi renklerde ve jelatin yapıda olan madde birikimi olarak tanımlanabilir. Müsilaj olayı ve ortaya çıkış nedenleri, karmaşık bir konu olmakla beraber, kesin olarak söyleyebileceğimiz müsilajın ağırlıklı olarak karbonhidrat-protein karışımı organik yapılardan oluştuğudur.
Aslında organik maddeler, yani yapısında karbon-hidrojen bağları bulunduran, azot ve fosfor açısından da zengin ve canlı topluluklarının yapısı ile karakterize edilen maddeler, deniz ve okyanusların doğal kompozisyonu içerisinde bulunurlar. Doğal döngüler içerisinde, inorganik karbon (Karbondioksit-CO2) bitkisel hücrelere sahip olan canlıların fotosentez kabiliyetleri ile güneş enerjisi ve besin tuzları kullanılarak organik formlara çevrilir (Birincil üretim) ve besin ağı içerisinde defalarca çeşitli karmaşık formlara dönüşür. Sonunda organik madde, ölen canlıların çökelmesi ile deniz suyunda mikrobiyolojik yollar ile bozunmaya başlar.
Müsilajın oluşumunu tetikleyen birçok etken bulunmakla beraber ana neden ortamda organik madde birikiminin insan kaynaklı yollar ile artması (denize giren azot-fosfor gibi maddeler bitkisel hücreli canlıların aşırı çoğalmasına yol açarak ötrofikasyonun oluşmasını sağlıyor) ve bozunmanın normal hızının üzerine çıkması ile bozunma ürünlerinin birbirleri ile tutunarak, muhtemelen içerisinde biriken gazlar ile denizin içi ve deniz yüzeyinde görünür biçimde geniş alanlar kaplamasıdır. Ayrıca son dönem yapılan çalışmalarda ötrofik koşulların yanında iklim değişimine bağlı deniz suyu sıcaklıklarındaki artış ve akıntı/stratifikasyon (tabakalaşma) profillerindeki değişimlerin de müsilaj oluşumuna etkisi olduğu tartışılıyor.
Bunların yanında, doğal faktörler olarak denizlerde fotosentez ile oksijen üretme kabiliyetine sahip mikroskobik bitkisel canlılar olan fitoplanktonun avcı türlere, güneşten gelen UV ışınlarına ve besin konsantrasyonlarındaki değişikliklere karşı kendilerini koruma mekanizması olarak müsilaj sentezlediklerini/ürettiklerini söyleyebiliriz.
Akdeniz’de müsilaj olaylarının gözlenmesi 1700’lü yılların başına, izlenerek takip edilmeye başlanması ise 1980’lere kadar uzanıyor. Ülkemizde ise müsilaj olayı Marmara Denizi’nde 2007 yılının Eylül-Ekim aylarında ilk kez raporlandı. Bizim denizlerimizde oluşan müsilajın, fitoplanktonun (diyatom ve dinofilogellat türleri) hücre içeriklerinde bulunan karbonhidratlar gibi kompleks organik maddeler kaynaklı olduğu düşünülüyor.
Ülkemizde yapılan laboratuvar çalışmalarında, ortamda artan ve oranları değişen azot ve fosforun, değişik fitoplankton türlerinde, organik karbon ve karbonhidratı arttırdığı, özellikle amonyağın (NH4) artışı ile de belirli bir türde (diyatom ve dinoflagellat türleri) bu artışın hızlandığı ortaya konmuştu. Deniz ortamında ise bu oluşumun evsel atık suların deşarj miktarının artışı ile tetiklenerek yaşanabileceği belirtiliyor.
Müsilaj olayı özetle, aşırı çoğalan belli fitoplankton ve/veya bakteri türlerinin ölümleri, dibe çökemeyip hızla bozunması ile ortaya çıkan polisakkarit yapılar ve hidrokarbonların deniz suyundaki konsantrasyonlarının hızla yükselmesidir. Ayrıca, oluşan bu jelimsi malzeme çevresindeki canlı ve cansız karbon kaynaklarını da içine hapsederek deniz yüzeyinde, su kolonunda ve deniz tabanında geniş alanları kaplayarak görsel, ekolojik ve ekonomik hasara yol açıyor.
Sonuçları ne olur?
Müsilaj olayı yukarıda bahsettiğimiz gibi fitoplanktonik dinofilagellat/diatom türleri ve bakterilerden kaynaklı olarak su kolonunda oluşabildiği gibi deniz tabanında yaşayan (ör. Acinetospora crinita ve Tribonema marinum gibi) türlerden dolayı da meydana gelebiliyor. Su kolonu veya tabanında oluşan müsilaj olayı sonucu ortaya çıkan sümüksü yapı, deniz tabanında yumuşak (çamur, kum vb.) ve sert (kayalık, taşlık, vb.) zeminde birikerek ya da kaplayarak bu ortamda yaşayan canlılara olumsuz yönde etkiliyor.
Oluşan bu sümüksü yapı pek çok balık ve omurgasız canlının (mercanlar, deniz şakayıkları, süngerler, midyeler, yengeçler vb.) vücutlarını kaplayarak solunum, beslenme ve boşaltım gibi metabolik faaliyetlerinin devamı için kullandıkları solungaç ve delik gibi yapılarının tıkanmasına yol açar. Ayrıca, deniz tabanının altına gömülerek yaşayan bazı kurt, karides, midye vb. türlerin açtıkları deliklerin de kapanmasına neden olur. Böylece bu canlılar yeterli solunum yapamayarak ölür. Deniz tabanı ile ilişkili yaşayan yüzücü canlılar da (bazı balık türleri, ahtapotlar vb.) deniz tabanını kaplayan veya etkileyen sümüksü yapıdan olumsuz yönde etkileniyor. Müsilaj olayından yalnızca deniz tabanında yaşayan hayvanlar değil aynı zamanda bitkiler de (makro algler ve deniz çayırları) etkilenir. Su kolonunda yoğunluğu artan ya da deniz tabanında biriken ve yayılan müsilaj bu bitkilerin fotosentetik aktivitelerine engel olur. Yoğun müsilaj olayının görüldüğü durumlarda ise bitkilerin yaprak ve dallarının tamamıyla sümüksü yapı ile kaplandığı gözlemlenir.
Deniz tabanında yaşayan bitki ve hayvanların ani ve yoğun gelişen müsilaj sonucu ölümü kaçınılmazdır. Bu da ortamdaki oksijenin hızlı tüketilmesine ve denizde canlıların yaşamasına olanak sağlayacak seviyelerde bulunan çözünmüş oksijen konsantrasyonlarının düşük seviyelere gerilemesi (hipoksik) veya tamamen tükenmesi (anoksik) gibi koşulların ortaya çıkmasına neden olabilir. Böylece ekosistemin dirençliliği yani kendini yenileme kapasitesinde düşüş meydana gelir ve ciddi şekilde zarar görmüş olur.
Ne yapmak lazım?
Her ne kadar yapılmış çalışmalar bize müsilajın yapısı ve oluşumu hakkında önemli bilgiler sağlasa da oldukça karmaşık bir mekanizmaya sahip olduğu ve tek bir etkenin bu oluşuma sebep olmadığı bilinmelidir. Bununla birlikte, saha çalışmalarından edinilen bilgiler artan deniz suyu sıcaklıkları ve özellikle insan kaynaklı baskıların (evsel ve sanayii kaynaklı atıklar, arıtım seviyelerindeki yetersizlikler, aşırı balıkçılık, kıyı şeridinin tahribatı, dip tarama ve boşaltım faaliyetleri ve yoğun gemi trafiği vs.) bu tip oluşumları tetiklediğine ve hatta daha farklı ekolojik bozulmalara (dip sularında oksijen tükenmesi, balık, deniz omurgasızları ve bitkileri vb. canlıların toplu ölümleri gibi) yol açabileceğine işaret ediyor.
Marmara Denizi özelinde ise insan kaynaklı baskılar ve kirlilik kaynaklarının yönetimindeki eksiklik sadece müsilaj olarak değil, dipte oksijen azalması ve biyoçeşitlilik kaybı olarak zaten ortaya çıkmış durumda.
Bölgemiz özellikle iklim değişimden ciddi biçimde etkileniyor, Akdeniz ve Karadeniz yüzey suyu sıcaklıkları son 30 yılda 1-2 °C arttı. Bu iki denizin kesişim noktasında bulunan ve bir iç deniz olan Marmara Denizi de bu değişimlerden etkileniyor. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, Marmara Denizi alt tabaka suları geçen 20 yılda daha da oksijensiz hale geldi. Özellikle doğu bölgesi derin baseninde oksijen seviyesi % 95 azalmış, normalde atmosfere satüre bir deniz suyunda olması gereken oksijen değerlerinin % 10’unun altına kalıcı olarak düşmüş durumda. Örneğin 2016, 2019 ve 2020 yıllarında yapılan deniz araştırmalarında 600 m’nin altındaki derin sularda tamamen oksijensiz koşulların artık kalıcı hale geldiği gözlendi. Ayrıca, son on yıllık dönemde Karadeniz kaynaklı besin tuzu yüklerinin azalım eğilimi gösterdiği ve Marmara Denizi’ne karasal kaynaklardan giren yüklerdeki “artış” eğiliminin devam ettiği, daha da kötüleşen Marmara’nın biyo-kimyasal özelliklerinden ve yapılan ölçümlerden görülüyor. İklim değişimi artan insan kaynaklı kirlilik, aşırı ve plansız avlanma, plansız kıyısal yapılaşma, artan deniz trafiği gibi etmenler hem ekosistemin ciddi biçimde yıpranmasına hem de büyük ekonomik kayıplara sebep oluyor.
Acil olarak Marmara Denizi’ne yönelik bilimsel araştırmaların bulgularına dayalı yönetim planları geliştirilmeli. Öncelikli olarak Marmara Denizi ekosisteminin iyileşmesini sağlayacak karasal kaynaklı yüklerin azaltılmasının bilimsel temele dayalı bir yol haritası oluşturulmalı. Bu yapılabilirse karasal yüklerin artışından ve iklime bağlı değişimlerden kaynaklandığı düşünülen müsilaj olayının azaltılması yönünde büyük ilerleme kaydedilebilir.
Müsilaj
Bilimsel ismi Proboscia alata olan plankton, kısa sürede anormal artış gösteriyor. Daha sonra patlıyor. Patlama derken bomba patlaması değil, çiçeklenme, tomurcuk patlaması. Ölüp kırılıyor. Kırılınca hücre içi sıvısı ortama yayılıyor. Tıpkı yumurtanın beyazını su dolu bir bardağa dökmek gibi…
Fitoplankton daha sıcak sularda geliştiği için, bilim adamları iklim değişikliğinin bir faktör olabileceğinden şüpheleniyorlar. Geçen kış normalden daha ılıman geçti, yani Marmara Denizi ortalamadan birkaç derece daha sıcak kaldı.
Ayrıca yapışkan ve bulaşkan bir yapıya sahip olan müsilaj agregat, büyük çoğunluğu denizin yüzeyinde bulunan balık yumurtalarının ölmesine sebep oluyor.
Marmara’daki sıcaklık artışı küresel ısınma ortalamalarının çok üstünde. Su ne kadar bulanıksa güneşten gelen sıcaklığı o derece emer ve sıcaklık artar. 1989 öncesinde, suyun bulanıklık seviyesi ortalama 8 metreydi, 2015’te 1,4 metreye kadar düşmüş durumda. Buradaki anomaliler 1989’dan itibaren başlamış.
1960’larda Haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. Ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. Denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. Marmara Denizi tarihinde ilk defa, 1989 Temmuz’unda Ktenefor denen deniz anaları yüzünden suyun yüzeyinde kırmızı bölgeler, kırmızı adacıklar görülmeye başlandı. Bu olay basına “Marmara’da kızıl su olayı” diye yansıdı. Bunu takiben, ‘89’un Ekim ayında Üsküdar, Kartal ve Adalar üçgeninde muazzam bir balık ölümü yaşandı.
Müsilaj pek çok canlı türünün kaybolmasına sebep olurken, istilacı türlerin görülmeye başlamasına sebep oluyor. Birçok istilacı tür geliyor, çünkü istilacılarla rekabet edecek tür yok.
1989’da Marmara Denizi öldü. Bu tarihten önceki Marmara’ya yeniden kavuşmak mümkün değil. Marmara Denizi yeni bir yol bulacak. Bu yolu açmakta yardımcı olursak belki kokmayan, simsiyah olmayan, iki çeşit de olsa balığı olan bir Marmara Denizi olmasını sağlayabiliriz. Ama eski Marmara’yı tamamen unutun, o gitti, öldürüldü, dönmez.
Balıkçılar aylardır alarm çalıyor
Washington Post’un haberinde şu ifadeler kullanıldı:
“Nisan ayında deniz biyologları, mukusun su yüzeyinin yaklaşık 100 fit altında deniz tabanında mercanları örtme potansiyeline sahip olduğunu keşfetti. O zamandan beri bazı sahil kasabalarında binlerce balık ölü bulundu.
Son haftalarda İstanbul sahil şeridinin bej bir halıya benzemeye başlamasıyla sorunu görmezden gelmek zorlaştı. Ancak geçimini denizden sağlayan balıkçılar aylardır alarm çalıyordu.
Balıkçılar, deniz salyası ağları işe yaramaz hale getirdiği için ocak ayından bu yana dertli. Geçimini deniz salyangozu avlayarak sağlayan bir dalgıç da su altında görüşün çok zayıf olduğunu, bu nedenle gelirinin çoğunu kaybettiğini söyledi.
‘İklim değişikliğinin görünür hali’
Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde hidrobiyoloji dersi veren Özgür Baytut, Türkiye’de ilk kez 2007 yılında görülmesine rağmen, 18’inci yüzyıldan beri deniz salyasının Akdeniz’de zaman zaman görüldüğünü öyledi. Ancak Türkiye kıyılarından bu kadar sıklıkla çıkması artık normal görülmüyor.
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi’nden Mustafa Sarı’ya göre devasa, yapışkan mukus kümeleri, ‘iklim değişikliğinin görünür hal.’
Musilaj yani deniz salyası, Marmara ve Adriyatik gibi daha kapalı denizlerde doğal süreçte oluşması beklenen bir durum olsa da şu an yaşandığı gibi yoğun, çok ve kalıcı olması "doğal değil"
Tüm uzmanlar şu an yaşanan durumun birincil sebebinin "atıklar" olduğunda hemfikir.
Deniz biyoloğu Mert Gökalp "Marmara feryat ediyor. Bu, Marmara Denizi'nin foseptik çukuru olabileceğinin bir sinyali" uyarısını yapıyor.
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi'nden Profesör Mustafa Sarı, Marmara Denizi'ne arıtmadan atık boşaltımının acilen durması gerektiğini söylüyor.
Bir artı Bir'e konuşan Marmara Çevresel İzleme projesi yürütücüsü, hidrobiyolog Levent Artüz ise "Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. Marmara Denizi 1989 yılında öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir" diyor.
Peki müsilaj nedir, neden çok arttı, yakın ve uzak gelecekte Marmara Denizi'ni, deniz canlılarını ve çevresinde yaşayan insanları ne bekliyor?
Müsilaj, Marmara Denizi gibi kapalı denizlerde zaman zaman ortaya çıkan bir salgı.
Prof. Sarı bu salgıyı "Denizdeki biyolojik üretimin başlangıcını, ilk basamağını teşkil eden fitoplankton dediğimiz mikro alglerin, yani mikroskobik bitkiciklerin aşırı çoğalması sonucu, ortamda vuku bulan bazı şartlara tepki olarak bıraktıkları salgıya müsilaj diyoruz" şeklinde açıklıyor.
Bu mukoza gibi yapı, suyun içindeki bakteri ve virüs gibi mikroorganizmalar için çok uygun bir beslenme habitatı yaratıyor ve bu nedenle aralarında zararlı canlıların da olduğu organizmalar bu salgının üzerinde kümeleniyorlar.
Denizin üstünde gördüğümüz beyaz, köpük gibi yapı aslında "buzdağının görünen kısmı". Aslen bu salgı denizin altında bir tül gibi uzayıp gidiyor.
Prof. Sarı "Marmara Denizi için konuşursak, ilk olarak deniz yüzeyinden 5 metre aşağıda başlıyor, 15-20 metrelere kadar gidiyor. Ancak şu anda yüzeyden başlıyor ve 30 metre derinliğe kadar iniyor" diyor; "Henüz bu sabah Marmara Denizi'ne daldım ve 12 metreden derine inemedim. Elimizde fenerlerimiz olduğu halde önümüzü göremez halde olduğumuz için 12 metreden gerdi döndük" diyor.
Bilim insanları birkaç farklı sebebi olsa da en baskın nedenin atıklar olduğuna dikkat çekiyor.
Prof. Sarı müsilaj oluşumunun üç temel tetikleyicisi olduğunu söylüyor; birincisi küresel iklim değişimine bağlı olarak Akdeniz havzasında sıcaklıkların yükselmesi.
Deniz yüzey sıcaklığı verilerine bakıldığında, Marmara Denizi'nin sıcaklığı bu yıl 40 yıllık ortalama verinin 2,5 derece üzerinde, yani 2,5 derecelik bir anomali söz konusu.
İkincisi tetikleyici ise Marmara'da deniz şartlarının durağan olması. Profç Sarı Marmara Denizi'nin orijinal yapısı nedeniyle "astımlı bir insana" benzediğini söylüyor.
Denizin üstündeki 25 metre Karadeniz'den gelen sudan, 25 metrenin altı ise Akdeniz'den gelen sudan oluşuyor.
Prof. Sarı "İki su kütlesi arasındaki tabaka Marmara Denizi'nin yüzeyi ile dibi arasındaki ilişkiyi zorlaştırıyor, sirkülasyonları engelliyor. Yüzey akıntıları da tamamen Karadeniz'den gelen sularla ilgili" diyor. Yani Karadeniz'den akıntı gelmediğinde Marmara'nın üst akıntısı da azalıyor, durağanlaşıyor, özellikle körfezlerde sirkülasyon iyice azalıyor.
3. ve en önemli tetikleyici ise kirlilik yani deniz giden atıklar.
Deniz biyoloğu Mert Gökalp "Neden olduğu ve doğal olmadığı çok net ortada; bunu yapan insan ve sorumsuz yaşayış, şehirleşme şekli, atıklar" diyor.
Marmara Denizi'nin çevresinde yaklaşık 25 milyon insan yaşıyor. Türkiye'nin endüstrisinin yarıya yakını da Marmara Denizi'nin çevresinde yer alıyor. Yani evsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların tümü doğrudan ya da dolaylı olarak Marmara Denizi'ne gidiyor.
Prof. Sarı "Bizim bu kadar yoğun şekilde atık yükleme potansiyelimiz, Marmara Denizi'nin değişen iklim şartlarıyla beraber artık özümleme kapasitesini düşürmüş durumda" diyor.
"En büyük etki atıkların"
Fitoplankton gruplarının fotosentez yaparak hızla üremesi için besin maddesine ihtiyaçları var, ve bu besini azot, fosfor gibi karasal kökenli elementlerden sağlıyor.
Fitoplanktonlar aslında atmosferin en önemli oksijen kaynakları ancak Prof. Sarı'nın dikkat çektiği gibi "Biz denize o kadar çok atık yükledik ki, onlar da bu atığı azaltmaya çalışıyorlar, çok ürüyorlar ve sonucunda müsilaj ortaya çıkıyor."
Prof. Sarı "Eğer biz bugün Marmara Denizi'ne atıklarımızı arıtmadan vermiyor olsaydık bu müsilajla karşılaşmayacaktık" diyor.
"Şu an Marmara'da hayat durdu, bunun nedeni yıllardır atıklarımızı doğrudan ya da dolaylı, ya hiç arıtmayarak ya çok az arıtarak denize vermekten kaynaklanıyor. Bu politikayı değiştirmemiz gerekiyor. Yani bir atık yönetim politikasına ihtiyacımız var ve yeni politika iklimdeki değişikliği de dikkate almak zorunda."
Prof. Sarı'ya Marmara Denizi'ndeki müsilaj ancak bu şekilde geçmiş yıllardaki doğal haline geri dönebilir. Yapmazsak daha sık ve yoğun müsilajla karşılaşacağız.
Geçmiş yıllarda deniz salyası oluyor muydu?
Deniz salyası geçmiş yıllarda da oluyordu. Ancak en son bu yoğunlukta görüldüğü yıl 2007'ydi.
Prof. Sarı normal şartlar altında Kasım ayından başlayıp Nisan'a kadar süren ve sadece balıkçıların deniz içinde fark edebileceği kadar küçük boyutta bir müsilaj oluşumu olduğunu belirtiyor.
Kasım ayında oluşmaya başlamasının nedeni deniz seviyesinin daha yüksek olduğu Karadeniz'den Akdeniz'e doğru su akıntısı oluyor. Bu akıntı, su seviyesinin azaldığı Ekim ayı gibi azalıyor, ilkbahar aylarında Karadeniz'in su kaynaklarıyla beslenip yükselmesinin ardından akıntı yeniden hızlanıyor. Bu da denizi hareketlendiriyor. Müsilajın tetikleyicilerinden biri olan durgunluk azaldığı için de müsilaj dağılmaya başlıyor.
Bu nedenle geçmiş yıllarda Haziran ayına gelindiğinde müsilajın çözüldüğünü görmüştük. Ancak bu yıl hâlâ çok yoğun deniz salyası var.
Prof. Sarı "Yüzeyde gördüğümüz, yüzeyi kaplayan yapılar aslında müsailaj oluşumunun son aşaması. Bizim asıl korkumuz yüzeyin altındaki müsilaj, buzdağının görünmeyen kısmı."
Kısa ve uzun vadeli ekolojik ve ekonomik etkileri neler?
Deniz salyasının ilk etkilerini balıkçılar hissediyor. Deniz suyunu kaplayan salyamsı yapı, ağları da kaplıyor, deniz dibinde yaşayan canlıların hareket ve nefes alma kabiliyetini yok ediyor, ölümlerine neden oluyor.
Doğalın üstündeki müsilaj besin zincirini iki şekilde etkiliyor:
Yüzey alanını kapladığında suyla atmosferin ilişkisi kesiliyor, suyun oksijen alımı azalıyor. Ve yüzeyde güneş ışığını soğuran deniz salyası suyun da ısınmasına neden oluyor. Çözünmüş oksijen azalıyor ve canlıların toplu ölümüne neden oluyor.
Prof. Sarı "Dört hafta önce Bandırma sahillerinde her türden binlerce balık öldü, müsilaj nedeniyle öldü" diyor.
İkinci olaraksa denizin dibine çöken müsilaj buradaki canlıların nefes almasını ve beslenmesini engelliyor.
Prof. Sarı şu anda Büyükada civarında 42-43 metre derinlikte bulunan kırmızı mercanların önemli kısmının müsilaj yüzünden öldüğünü belirtiyor.
Gökalp de "Müsilaj bakterilerin, zararlı canlıların barınması için ortam yaratıyor. Aylar boyunca bu alan içerisinde kalabildikleri için denizin zenginliğini yaratan diğer canlılar hasta olabiliyorlar. Müsilaj bitti diyelim, ama bir sene kalan bir bakteri diğer tarafa yayıldığı zaman farklı habitatı, canlıları hasta edebilir. Bu da ekosistemin dayanma gücünü yavaş yavaş yıkmaya başlıyor" diyor.
Yani tüm deniz canlılarının, ekosistemin sağlıklı şekilde var olabilmesi için denizin kimyasının sağlıklı olması gerek. Gökalp "Biz 50'lerden 60'lardan sonra gelişen şehirlerle beraber Marmara'nın etrafına 25 milyon kişiye ulaştık. Atıkları bilfiil denize gidiyor. Türkiye sanayisinin yarısına yakını burada. Santraller burada. Bizim şunu sormamız lazım; atıklarımız neden denize gidiyor?" diye konuşuyor.
Peki kısa vadeli ekonomik etkileri neler?
Prof. Sarı sırasıyla turizmin, Marmara'dan geçen ve deniz suyunu soğutma suyu olarak kullanan, sistemleri müsilajı temizleyemeyen gemilerin ve son olarak da endüstrinin etkileneceğini anlatıyor:
"Ne gemilerin, ne de enerji santralleri de dahil sanayinin sistemleri müsilajlı suyu kullanmaya uygun değil".
Gökalp'e göre böyle giderse ileride Marmara bölgesinde yaşamak imkansız hale gelebilir: "25 milyon buradan taşınmak zorunda kalacak. Böyle giderse Marmara Bölgesi'ni kapatmak zorunda kalacağız. Marmara'da yaşam olmasının sebebi toprağı, suyu, bu bolluğu, bereketi. Ekosistemde bunlardan biri çökerse, Marmara foseptik çukuru olursa ki olabilir, bunun sinyallerini verdi, feryat ediyor şu anda, insan yaşamı da burada mümkün olamaz".
Ne kadar sürede ortadan kaybolması bekleniyor?
Uzmanlara göre bu cevabı bilinemeyecek bir soru ancak bir mucize beklemek anlamsız.
Prof. Sarı "Ekosistemlerde pazarlık olmaz" diyor ve ekliyor:
"Ekosistemlerin dengesi milyonlarca yılda oluşmuştur. Biz sürekli atıklarımızı Marmara Denizi'ne yükleye yükleye bu dengeyi değiştirdik. Yeni bir denge oluşmaya çalışıyor, o yüzden kısa vadede şöyle böyle olacak diyemiyoruz. Önümüzdeki günlerde Karadeniz'den gelecek yüksek akıntı sirkülasyonu değiştirirse 3 tetikleyiciden bir tanesi kırılmış olacak, o zaman biraz azalabilir. Ama aşağısı 30 metreye kadar dolu. Bu korkutucu" diyor.
Hidrobiyolog Levent Artüz ise şu aşamada "vah vah" demekten başka yapacak pek bir şey olmadığını anlatıyor:
"2007'de Marmara Denizi'nde çözünmüş oksijen seviyesi bugünküne nazaran daha fazlaydı. Buna rağmen, müsilaj yapı iki senede parçalandı. Şimdi oksijen çok daha az. Ne olacağını kestirmek güç. Bakteriyolojik parçalanma sonucu parçalanma ürünleri ve bu kütleyi parçalayacak bakteri biyokütlesinin de ne olacağı ve bu durumun olası kümülatif etkileri de meçhul. Net ölçüm yapabilmemiz için deniz ortamının durulması gerekiyor. Şu aşamada bakıp "vah vah" demek dışında yapacak bir şey yok."
Ne yapılması gerekiyor?
Bilim insanları neler yapılması gerektiği konusunda çok söze gerek olmadığında hemfikir: Marmara'ya arıtılmamış atığın boşaltılmaması.
Prof. Sarı Marmara Denizi çevresindeki tüm idari ve sivil yapıların bir araya gelerek iklim değişikliğini de dikkate alan yeni bir atık yönetim politikası geliştirmesi gerektiğini söylüyor:
"Acil eylem planı hazırlamalıyız ve bundan sonra tek 1 litre bile atığı arıtmadan Marmara Denizi'ne bırakmamalıyız".
Deniz biyoloğu Mert Gökalp da "Atığı attığımızda sadece çökertme yapıyorsak, halının altına süpürüyorsak bunu durduramayız" diyor ve ekliyor:
"Bunun teknolojisi var, bu atıkları arıtmamız gerekiyor. Atık hiçbir şekilde denize bırakılmamalı, keza Marmara gibi kapalı ve deniz canlılarının bu kadar yoğun olduğu bir denize kesinlikle bırakılmaması gerekiyor." diyor.
Kanal İstanbul Marmara Denizi'ndeki yaşamı nasıl etkiler?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bugünkü konuşmasında Kanal İstanbul inşaatının Haziran ayında başlayacağını söylemesi, kanalın müsilajı nasıl etkileyeceği konusunu da gündeme getirdi.
Gökalp Kanal İstanbul'un en büyük tehlikelerinden birinin ekosistemi değiştirerek oksijeni az alanlar oluşturma riski olduğunu vurguluyor, bunun da habitat yıkımlarına neden olabileceğine dikkat çekiyor.
Prof. Sarı ise Kanal İstanbul ile ilgili gerekli çevresel incelemelerin yapılmadığını vurguluyor:
"Ne yazık ki Kanal İstanbul'u şu an kamplar halinde, aklımızı yitirmiş vaziyette tartışıyoruz, bilimsel temelde tartışmıyoruz. Kanal İstanbul'un müsilaj da dahil Marmara Denizi'ni nasıl etkileyeceğine dair elimizde bir model, bir veri yok.
"Kanalın debisi, derinliği, Karadeniz'den gelecek su belli,... Yapmamız gereken şey bu alanda çalışan bilim insanlarının simülasyon yapması. Bu simülasyon ne diyorsa ona uyulması lazım."
Kaynaklar
https://sarkac.org/2021/05/deniz-salyasi-nedir/
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57293708?at_custom2=twitter&at_medium=custom7&at_custom1=%5Bpost+type%5D&at_custom4=C9DE6982-C0A4-11EB-A534-79FDBDCD475E&at_custom3=BBC+Turkce&at_campaign=64
https://www.diken.com.tr/deniz-salyasi-dunya-gundeminde-marmara-oluyor/
https://onedio.com/haber/oluyor-ve-kimse-duymuyor-ilk-defa-2007-yilinda-deniz-salyasi-gorulen-marmara-denizi-nin-son-hali-korkutuyor-984485
Yorumlar
Yorum Gönder