Beyin Yıkama - Zihin Kontrolü
Teorik olarak, “beyin yıkama”nın ya da daha yaygın kullanımıyla “zihin kontrolü”nün ne demek olduğunu ve kabaca nasıl yollarla yapılabildiğini konuşabiliriz. Genellikle birinci adım, kişiyi aile ve sosyal çevresinden uzaklaştırmak, yavaş yavaş izole etmektir. Var olan bağlarını zayıflatmak, zihinsel temsillerini ve kişisel anılarını silikleştirmek, duygularını köreltmek ve nasırlaştırmaktır öncelikli amaç. Yalnızlaştırılan, sosyal çevresinden izole edilen kişi böylece daha kolay yönetilir ve yönlendirilebilir.
“Önce boşalt, sonra doldur” ya da “önce anlamsızlaştır ve zayıflat, sonra inanmasını istediğin şeyle donat ve güçlendir” mekanizmasına dayanır. Önce uyaranları azaltmak ve uyaransız bırakmak (insan teması, konuşma, ses, hareket, hatta ışık vb mahrum bırakmak) sonra da kontrollü uyaranlarla yani mesajlarla, öğretilerle ve tekrarlayıcı telkinlerle doldurmak şeklinde gerçekleştirilir. Yani, düzenli toplantılar, dersler ya da sohbetler aracılığıyla yeni sosyalleşme kanalları yaratılır ve verilmek istenen mesajlar düzenli olarak bu yollarla verilir.
Belirli insanların veya belirli bir düşüncenin, ideolojinin ya da yaşam biçiminin “düşmanlaştırılması” bir diğer aşamadır. Buna paralel olarak, kutsallık ya da ideoloji üzerinden motivasyon yüklemeye devam etmek, vazgeçmesi ya da görevi başaramaması durumuna karşı utanç ve suçluluk yüklemek, kişiyi hedefe ve göreve kitlemek için başvurulan diğer destekleyici yöntemlerdir. Bu ve benzeri duygusal, zihinsel ve davranışsal yöntemlerin dışında bir de kimyasal maddeler kullanılarak yapılan beyin yıkama yöntemleri var. Daha da uç noktada ise, evrimsel köklere dayalı korku duygusunu ve duygu temelli belleği yöneten beyin bölümlerinin cerrahi müdahale ile etkisiz hale getirilmesi gibi uygulamalara rastlamak mümkündür.
İnsan kafasında yoğunlaştığı bir hedefe odaklandığında ve idealize ettiği bir misyona kilitlendiğinde, algılarında da bir kilitlenme meydana gelir; odaklandığı hedef dışındaki şeylere bir anlamda körleşmeye, sağırlaşmaya ve hissizleşmeye başlar. Hipnotik etkiye benzer bir haldir bu; bu da, kararlılıkla, serinkanlılıkla ve tereddütsüz bir şekilde eylemi gerçekleştirmeyi mümkün kılan mekanizmadır.
Beyin yıkama 1950’lerden bu yana kullanılmaktadır, ancak insanlar çok uzun zamandır diğer insanların düşüncelerini değiştirmeye çalışıyor. 1950’lerde insanların beyinlerini tutarlı ve verimli bir şekilde “yeniden programlamak” için bir yöntem geliştirmek adına ilk sistematik girişimlerde bulunulmuştur.
Beyin yıkama terimi, 1950 yılında gazeteci (ve CIA ajanı) Edward Hunter tarafından icat edildi. Daha sonra 1984 gibi romanlarda ve Yılanın Yumurtası gibi filmlerin ana teması haline geldi. Kurgusal hikayelerle olan bu ilişki birçok insanın bunun sadece bir hayal olduğunu düşünmesine neden oldu. Ne yazık ki, durum böyle değildir.
Kore Savaşı’na geri dönersek, Amerika Birleşik Devletlerindeki insanlar, savaş esiri olduktan sonra geri dönen askerlerin davranışlarından ötürü şok olmuşlardır. Çok garip davranıyorlardı ve garip fikirleri vardı. Bazıları ise komünist rejime karşı savaştıktan sonra komünist rejimi savundu. Bazı insanlar hiç geri gelmedi bile. Hatta taraf değiştirdiler.
Benliğin yok edilmesine bakarsak. Burada kişiye “sen aslında olduğunu düşündüğün kişi değilsin” algısı yerleştirilmeye çalışır. Sistematik bir şekilde “Sen asker değilsin, sen bir piyonsun, bildiklerin yanlış” gibi söylemlerle temel inanç sistemine büyük bir saldırı gerçekleştirilen kişi haliyle günler veya bazen aylar sonra bunları sorgulamaya, kafası karışmaya ve mantıklı düşünememeye başlıyor.
Ardından suçlamalar başlıyor. Kimlik krizi baş göstermeye başladığında kişinin büyük bir suçluluk duyması sağlanır. Birilerine zarar vermişse özellikle bu nedenle ne kadar suçlu, ne kadar günahkar olduğu vurgulanır. Bir noktadan sonra çok yavaş yemek yediğine kadar varır. Sonunda hedefteki insan yaptığı her şeyin yanlış olduğuna dair sağlam bir inanışa sahip olmaya başlar.
Ardından kendine ihanet aşaması başlar. Kötü olduğunu, suçlu olduğunu açıkça kabul etmek. Ülkesini, ailesini, inandığı her şeyi reddetmesi istenir. Herkesin aslında kendisi kadar suçlu olduğunu. Bu noktada işler iyice kötüye gitmeye başlar. Çöküş başlar.
Bu noktada da “Ben kimim, neredeyim, ne yapmam gerekiyor?” gibi sorularla kimlik krizi, büyük bir utanç, suçluluk, doğru bildiği, inandığı, sevdiği herkese ve her şeye ihanet etmiş olma ve aslında onların da yanlış olduğuna inanma sonrasında “sinirsel çöküş” başgösterir. Artık hedefteki kişinin tüm inanç sisteminin yerine yenisinin konulmasının vakti gelmiştir.
Bu noktada ise sorumlu kişi “sana yardımcı olabilirim” der. Kurtuluş ışığıdır bu. Yemek verebilir. Biraz yürüyüşe çıkmasına izin verebilir. Bu tip küçük iyilikler aylar süren psikolojik saldırı sonrasında inanılmaz önemli görünür. Aslında kendisinin gerçekten kötü ve suçlu olduğu inancı güçlendikçe artık bu kişiyi bir nevi dönüştürmek isteyen kişi veya kişiler bu hissi yeni inanç sistemine bağlama fırsatına kavuşmuştur.
Ne yaptığının veya neden suçlu olduğunun da önemi kalmamıştır. Sadece suçludur. Yeni inanç sistemi ise kurtuluşun tek anahtarıdır. “Suçlu ben değilim, bana eski yanlış inanışlarımı empoze edenler, beni suçlu ben yapanlar aslında” diyerek bu hatadan kurtulup, tüm bu eski yanlışları reddedip, itiraf edip eski kimliğini tamamen geride bırakıp artık yepyeni bir insandır. Hem de tüm benliği ile. Büyük bir mutluluk ve rahatlama ile. O artık yepyeni bir bireydir.
Sonunda da birçok olayda da gördüğümüz gibi bir tür seremoni ile kişi yeni inanç sistemine kabul edilir. Yeniden doğuş tamamlanmıştır.
Okuyanların aklında başından beri canlandığını düşündüğüm, George Orwell’ın 1984 kitabı ve aynı isimli filmi bu konuyu en iyi ve en karanlık şekilde işleyen yapıtlardır. “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir ve cehalet güçtür” mottosu ile nüfusun büyük bir kısmının beyninin yıkanmasından bahseden, 2 + 2’nin 5 olduğuna tüm ulusu inandıran distopik bir evreni konu alıyor.
V for Vendetta da bu açıdan örnek verilebilir aslında. Bu açıdan pek ele alınmamıştır fakat her ne kadar izleyicilerin çok da sorgulamadığı bir şekilde filmde çok da spoiler vermeden Evey karakterinin V’nin ideallerini kabul etmesinin de buna, yani beyin yıkamasına bir örnek olduğunu düşünüyorum. Elbette bu konuyu farklı açılardan oldukça uzun uzadıya da tartışabiliriz.
Teorik olarak, “beyin yıkama”nın ya da daha yaygın kullanımıyla “zihin kontrolü”nün ne demek olduğunu ve kabaca nasıl yollarla yapılabildiğini konuşabiliriz. Genellikle birinci adım, kişiyi aile ve sosyal çevresinden uzaklaştırmak, yavaş yavaş izole etmektir. Var olan bağlarını zayıflatmak, zihinsel temsillerini ve kişisel anılarını silikleştirmek, duygularını köreltmek ve nasırlaştırmaktır öncelikli amaç. Yalnızlaştırılan, sosyal çevresinden izole edilen kişi böylece daha kolay yönetilir ve yönlendirilebilir.
“Önce boşalt, sonra doldur” ya da “önce anlamsızlaştır ve zayıflat, sonra inanmasını istediğin şeyle donat ve güçlendir” mekanizmasına dayanır. Önce uyaranları azaltmak ve uyaransız bırakmak (insan teması, konuşma, ses, hareket, hatta ışık vb mahrum bırakmak) sonra da kontrollü uyaranlarla yani mesajlarla, öğretilerle ve tekrarlayıcı telkinlerle doldurmak şeklinde gerçekleştirilir. Yani, düzenli toplantılar, dersler ya da sohbetler aracılığıyla yeni sosyalleşme kanalları yaratılır ve verilmek istenen mesajlar düzenli olarak bu yollarla verilir.
Belirli insanların veya belirli bir düşüncenin, ideolojinin ya da yaşam biçiminin “düşmanlaştırılması” bir diğer aşamadır. Buna paralel olarak, kutsallık ya da ideoloji üzerinden motivasyon yüklemeye devam etmek, vazgeçmesi ya da görevi başaramaması durumuna karşı utanç ve suçluluk yüklemek, kişiyi hedefe ve göreve kitlemek için başvurulan diğer destekleyici yöntemlerdir. Bu ve benzeri duygusal, zihinsel ve davranışsal yöntemlerin dışında bir de kimyasal maddeler kullanılarak yapılan beyin yıkama yöntemleri var. Daha da uç noktada ise, evrimsel köklere dayalı korku duygusunu ve duygu temelli belleği yöneten beyin bölümlerinin cerrahi müdahale ile etkisiz hale getirilmesi gibi uygulamalara rastlamak mümkündür.
İnsan kafasında yoğunlaştığı bir hedefe odaklandığında ve idealize ettiği bir misyona kilitlendiğinde, algılarında da bir kilitlenme meydana gelir; odaklandığı hedef dışındaki şeylere bir anlamda körleşmeye, sağırlaşmaya ve hissizleşmeye başlar. Hipnotik etkiye benzer bir haldir bu; bu da, kararlılıkla, serinkanlılıkla ve tereddütsüz bir şekilde eylemi gerçekleştirmeyi mümkün kılan mekanizmadır.
Şuan da bütün dünyada yaşanan ve yaşanmaya devam eden ''Pandemi'' yi de buna örnek verebiliriz. Yazılı ve görsel basında yapılan büyük korku algısı sürekli mesaj olarak deneklere yani bizlere sunuluyor. Burada insanlar korkutularak, yönetilebilmesi kolay hale getiriliyor. Büyük Reset ile tüm ekonomik sistem tekrar revize edilerek, evrensel temel geliri tüm insanlığa dayatacak. Ülkeler şirketler gibi yönetilecek. Tüm bu köklü değişimi yapabilmek için tüm insanlığın beynini bir şekilde yıkamak gerekliydi. Pandemi bu değişime uygun bir araç olarak düşünüldü.
Kaynaklar:
https://www.haberturk.com/saglik/haber/1339112-saldirganlarin-beyni-nasil-yikaniyor
https://bebarbilim.net/beyin-nasil-yikanir-gercek-hikayelerle/
Yorumlar
Yorum Gönder